Canlılık maddenin özgün davranış biçimlerinden birinin veya bazılarının ürünü olabilir mi?
Geçen yüzyılın başlarına kadar bilime canlılığın maddenin özel bir davranış biçimi olduğu anlayışı hakim olmuştur. Canlılığın maddenin davranışlarının son derece özel bir biçimi olduğu inancı o kadar yaygın ve derindir ki, ondan kurtulmak kolay olmamıştır. Günümüzde bile canlılığın evrende maddenin belki de yalnız dünyada mevcut bir dizi koşullardan yararlanarak ortaya çıkan bir davranış biçimi olduğuna inananlar vardır.
Bildiğimiz yaşam şekli ancak bazı spesifik doğal koşullar içinde gerçekleşebilir. Her ne kadar o koşullar sanıldığından çok daha geniş bir yelpaze oluştururlarsa da yaşam, yine de fizik ve termodinamik yasalarından yararlanarak ortaya çıkarken, madde özgün değilse bile ekstrem diyebileceğimiz davranış biçimlerini sergilediğinden, oldukça dar sınırlar içinde kalmak zorudadır. Canlı varlıklar, canlı kalarak, maddenin bütün davranış biçimlerini sergileyemezler. Örnegin canlılar, aşırı sıcak ve aşırı soğuk ortamlarda bildiğimiz anlamda canlı olarak varlıklarını sürdüremezler. Cansız maddeye dönüşürler ve o zaman maddenin diğer davranış biçimlerini sergilerler. Çoğu kere bu sırada canlılıklarını tekrar kazanamamak üzere yitirirler.
Canlı organizmalarda mevcut karmaşıklığa hükmeden düzen, özgün fizik yasalarına mı dayanır?
Maddenin çok zengin bir davranış repertuvarına sahip olduğunu biliyoruz. Nedenini de az çok tahmin edebiliyoruz. Madde son derece küçük atomlardan, onlar da çok daha küçük atomaltı parçacıklardan oluştuğu için, hepsinin çesitli kombinazonlarda bir araya gelmesi maddenin davranış biçimlerinin son derece zengin olmasından sorumludur. Canlılık o davranış biçimlerinden biridir.
Madem maddenin davranış biçimleri son derece zengin bir repertuvara sahiptir, o halde bazı davranış biçimlerinin diğerlerinden çok farklı ve özgün olması beklenmez mi? Canlılık onlardan biri olamaz mı?
Bazı hücreler ve dokular aşırı soğuk bir ortamda yıllarca canlılıklarını yitirmeden ve canlı olmanın hiç bir belirtisini göstermeden, saklanabilirler. Suspended animation denen bu durumda canlılık geçici olarak durdurulmuştur. Bu canlılar ileri bir tarihte uygun koşullarda ısıtılarak veya kurutularak saklanmışlarsa ıslatılarak, yeniden canlandırılabilirler. Bu ilginç durumu bazı böceklerde de gözlemleriz. Su ayısı olarak bilinen bir böcek (tardigrade) kurutulup cansız bir madde olarak yıllarca saklanabilir. Bu böcek kaybettiği suyu tekrar kazanır kazanmaz canlılığını da kazanmaktadır. Su aygırı küçük ama yine de, çok hücreli bir hayvan olduğundan, son derece karmaşık bir canlıdır.
Bu gözlemler açıkça canlıların cansız atom ve moleküllerden oluştuğunu ve onların kimyasal yapılarının bozulmadan korunduğu koşullarda, canlılığın da korunabileceğini bütün gerçekliği ile gözler önüne sermektedir.
Canlılar için özel biyolojik kanunlar var mdır?
Biyolojik yasalar birinci ve ikinci termodinamik yasalarının dışında yer alamazlar. Yani biyolojik sistemlerin kendi spesifik yasaları yoktur. Canlı varlıklarla termodinamik yasalar arasındaki ilişki, cansız varlıklarla termodinamik ilişkiler arasındaki ilişkilerden farklı değildr. Canlı olma durumunu termodinamik yasaları da dikkate alarak değerlendirmek zorunluğu vardır.
Cansız madde ile birlikte bütün fizik yasalarına harfiyen uyan canlı varlıkların kökeni cansız maddeler midir?
Başka ne olabilir? Canlılık, maddenin oldukça geniş bir yelpaze oluşturan davanış biçimleri repertuarında yer alan davranışlardan biridir. Doğa kendisi ile ilgili anıların çoğunu bilgi olarak kaydeden fiziksel bir yapıya sahiptir. Onları kaydedecek eli, kolu ve aklı yoktur belki ama, Big Bang’den beri geçerli, anılarını saklamada yararlandığı bazı kurallara ve onlara boyun eğen koşullara sahiptir. Onlara sadık kalarak, geride bıraktığı hemen her anını büyük bir özenle saklayarak, onları yakından incelemek isteyen akıllı yaratıklara bilgi şeklinde ifşa edebilmektedir. Evrenin biz insanlardan uymamızı istediği tek koşul, kendi tasarımladığı oyunu, onun kuralları çerçevesi dışına çıkmadan oynamamızdır. Buna biz bilimsellik diyoruz. Doğanın doğasını inceleyen insan aslında kendi doğasını ve geçmişini de incelemektedir. Doğa ile ilgili her şey aynı zamanda insanın kendisi ve geçmişi ile de yakından ilgilidir. İnsan yalnız akıllı bir yaratık değildir. Aynı zamanda doğanın bilincidir de. Evren, ortaya çıkışının 14’üncü milyar yılında insanı yaratarak, onda bilince kavuşmuştur. Yalnız kendisini farketmekle kalmamıştır, evren. Aynı zamanda kendisini yakından tanımaya ve büyük bir özenle biriktirip sakladığı anılarını yakından izleyerek, insanı yaratana kadar hakkında hiçbir şey bilmediği kendi geçmişini de, ögrenmeye başlamıştır.
Canlı varlıkları yakından incelediğimiz zaman onların en azından fiziksel yapılarının ve görünüşlerinin cansız varlıklardan farklı olduğunu gözlemliyoruz.Bu durumda canlı varlıklarla cansızlar arasında makro düzeyde bazı farkların olması gerekiyor. Canlılığı bu kritere dayanarak incelersek karşılaşacağımız tablo, canlılar arasındaki farkların, canlılarla cansızlar arasındaki farklardan daha fazla olduğu şeklinde olacaktır. Bu da bize açıkça canlı olma durumunda tablonun çok renkli olduğunu göstermektedir. Cansızlarda maddelerin bir araya gelmesinden oluşan tablo canlılardaki kadar renkli ve çesitli değildir. O kadar çok ve çesitli canlı türü vardır ki, aralarındaki ilişkileri bilmek, hatta tahmin etmek bile, mümkün olmayabilir. Canlı varlıklar hiç bir zaman tek başlarına varlıklarını sürdürmezler. Her seferinde birden fazla tür bir araya gelerek bir koloni oluşturur ve birlikte varlıklarını sürdürürler.Onların aralarındaki ilişki için biz simbiyoz diyoruz. Simbiyotik ilişkilerde türler karşılıklı olarak birbirlerinden yararlanırlar ve birbirlerine gereksinim gösterirler.Biri olmazsa, diğeri de olmaz. Biri ölürse, diğeri de ölür.
Canlılarla ilgili büyük manzara bize onların gerçek doğası hakkında hemen hiç bilgi vermez. Hatta bizi yanıltır.Canlılığın maddenin özgün ve spesifik davranış biçimlerinden birinin ürünü olmamasına rağmen, ortaya çıkan canlı varlıkların davranışının ve görünüşünün son derece zengin bir repertuvar oluşturması bize bir çelişki gibi gelmektedir. Maddenin uyduğu yasalara uymalarına rağmen, ortaya çıktıktan sonra canlı varlıklar, farklı davranış örnekleri sergilemektedirler.
Materyelist bakış açısından yaşamı nasıl tanımlayabiliriz?
Canlı varlıklar, sayısız atom ve moleküllerden oluşan ve cansız varlıklar gibi termodinamik yasalara harfiyen uyan bir yapıya sahiptirler. Bu yapı asla statik değildir. Canlılığın her anı sürekli bir devinim içindedir. Birleşerek bir insanı oluşturan sperm ve ovumun moleküler yapısı bile döllenmeden önce sürekli bir değişim içindedir. Canlı ölünceye kadar mevcut bütün atomlarını sürekli olarak yeniler. Bu metabolizma olarak bilinir. Vücut dışına atılan atomlar asla yok olmazlar. Çünkü proton çürümez. Bu durumda diyebiliriz ki canlıları oluşturan atomlar canlı ortaya çıkmadan önce de vardırlar. Atomlar canlının yaşamı süresince durmaksızın yenilendiklerinden dolayı, materyelizm açısından canlıları kesin ve değişmeyen fiziksel birimler olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü canlı birimlerin bir başlangıç ve sona sahip gibi görünmelerine rağmen, canlılığın bilinen bir başı ve sonu yoktur. Aynı atomlar milyarlarca yıldır, sürekli olarak, çeşitli canlıların yapısına katılmaktadırlar. Canlıları oluşturan atomlar yok olmazlar. Bir diğer canlıda devam ederler..
Yaşamı materyelist açıdan ele alınca, başı sonu olmayan sürekli bir süreç olduğu sonucuna varırız. Doğum ve ölüm biz insanların algıladığı, moleküler düzeyde doğada olmayan kavramlardır. Doğada doğum ve ölüm yerine sadece değişimler ve devinimler vardır. Madde enerjidir. Enerji yok olmaz. Sadece bir şekilden diğerine geçer.
Bu durumda materyelist felsefe bakış açısından canlıyı nasıl tanımlayabiliriz?
Canlı, kendisini oluşturan atomların sürekli bir devinim yaptığı karmaşık bir yapıya sahip, her türlü etkinliğin canlının bütünlüğünü korumak ve idame ettirmek amacına hizmet etmek üzere senkronize edildiği, fizik yasalarına harfiyen uyulan bir enerji değişimi olduğu, son derece kompleks ve sürekli süreçlerin aslında olağan fizik yasalarına uymak şeklinde tezahür ettiği, kendisinden önce gelenlerin devamı olduğu gibi, kendisinden sonra gelecek olanlarla da devam eden, bu arada atomlarının sürekli deviniminden dolayı, her anı farklı bir şekil alan, olağanüstü bir varlıktır.
Canlıları içinden çıktıkları cansız kaynaklardan soyutlayamayız. Canlılığın gerçek doğasını ögrenmek istiyorsak yalnız diğer canlı yaratıkların değil, cansız varlıkların da devamı olduğumuzu kabul etmek zorundayız. Bu ilginç gerçeği kabul etmemek mümkün değildir. Çünkü bunları reddetiğimiz an, canlılarla ilgili gizeme çözüm getirecek yoldan sapmış oluyoruz.
Yaşamımızın başlangıcını Big Bang’de ve yıldızların merkezindeki fırınlarda aramak, onun tanrısal bir emirle başladığını iddia etmekten çok daha yararlıdır. Hatta diyebiliriz ki, bu yoldan en ufak bir şekilde sapmak, yalnız kendi geçmişimizi değil, bütün evrenin ortaya çıkış nedenlerini de yanlış yorumlamak demektir.
İnsan olarak, canlı olarak, cansız madde olarak birer yıldız tozu olduğumuzu unutmamalıyız.
Birçoğumuz için bu mütevazi başlangıç, gerçek bile olsa, kabul edilemeyecek kadar onur kırıcı bir durumdur. Onurumuzu hayvanlara ve cansız maddelere empoze edecek kadar kibirliyizdir. Onların devamı olduğumuz gerçeğini hasır altı etmek için katetmeyeceğimiz mesafe, uydurmayacağımız yalan yoktur. Gururumuzu cilaladığına inandığımız o yalanların bizleri bir düş alemine sürüklediğini ve oradan kurtulmanın ancak kendi sapkın kibirimizden kurtulmakla mümkün olabileceği gerçeğini ihmal etmemeliyiz. Doğa içindeki yerimizi doğru olarak değerlendirmek için buna mecburuz.
İnsan bir hayvan türüdür ve diğer hayvanların devamıdır. Hayvanlar diğer canlıların devamıdırlar. Onlar da cansız maddelerin devamıdır. Cansız maddeler ise diğer cansız maddelerin devamıdır. Onlar da enerjinin. Evrende herşey enerji dönüşümlerinin ürünüdür.
Öyle ise hiç çekinmeden iddia edebiliriz ki, canlı cansız hepimizin ortak bir başlangıcı vardır ve o başlangıç Big Bang’dir. Cansız maddelerin bir araya gelerek canlıları oluşturamayacağını iddia eden görüş, insan yaşamına bir anlam getirmede ve canlılığın gizemini çözmede yetersiz bir yaklaşımdır. Yalnız yetersiz değildir bu görüş. Aynı zamanda insan entellektüalitesine karşı kaba bir müdahaledir de.
Yalnız tek bir gerçek vardır ve ona ulaşacak yegane yol bilimselliktir. Nihai gerçek bu yoldan yapılacak en ufak sapmalara karşı son derece duyarlıdır. Arada bir yanlış bir patika izlenecek ve çıkmaz bir sokağa sapılacaktır. Oradan hemen uzaklaşarak, bizi peşine düştüğümüz nihai gerçeğe götürecek ana yola geri dönmemiz gerekmektedir. Bu süreç sırasında yolumuzu aydınlatacak ışık ilahi değildir. Somut ve katı bilimsel kurallardır.
Canlılarda vital force denen bir kuvvetin, bir tür ruhun olduğu 19’uncu yüzyıla kadar ulaşan ve orada kaybolan bir kavramdır. Hücrelerin çekirdekleri dışında sahip oldukları jelatinimsi madde için yakın zamanlara kadar protoplazma terimi kullanılırdı. Proto ilk ve öncü demektir. Plazma ise eski yunanca ortaya çıkan, şekli olan demektir. Protoplazma’nın yalnız canlılarda olan bir madde olduğuna inanılırdı. Şimdiye kadar yapılan bütün araştırmalar, protoplazma denen oluşumun yalnız cansız atom ve moleküllerden ibaret olduğunu göstermiş ve bu terim artık kullanılmaz olmuştur. Onun yerini alan yeni terim sitoplazma’dır. Hücre plazmasıdır, yani.
Canlıların yalnız cansız atom ve moleküllerden oluştuğu anlaşıldıktan sonra biyoloji bilimi dev adımlarla ilerlemiştir. Günümüzde tıp insanlığa her geçen gün biraz daha yararlı olmaktadır. İlahi bir gücün araştırılması zaman ve maddi kaynakların kaybına neden olacaktır. Hem zaten bu gücün araştırılacağı bir yöntem bilinmemektedir.