Anne diye haykırıyordu, çocuk. Anneeeeeeeeee.. Şuna bir şey söylesene! Benim oyuncaklarımla oynuyor. Kendi oyuncakları ile oynasa ya!
Daldığı düş aleminden uyandı anne... Fırladı, kalktı yerinden. Kendisini arada bir daldığı rüya aleminden uzaklaştıranlara baktı bir an, kızgın... Öfkesini belli etmeden aralarına girerek barışı sağladı.
Bütün yaşamını hep başkaları uğruna harcamıştı. Genç kız olarak ailesinin isteklerine uymuş, 19 yaşında iken, 38 yaşında, kendi köyünden biri olan Durmuş'la evlenmeyi kabul etmişti.
Kabul etmiş! Her seferinde gülerdi içinden, bu saçma iddiaya. Herkes öyle bilirdi. Kezban kabul etti derlerdi. Kezban'a ne seçenek verilmişti ki? Yine de Dursun’la evlenmek iki odalı bir gecekonduda anne, baba ve iki erkek kardeş ile birlikte yaşamaktan çok daha iyi idi. Komşu mahallede üç odalı bir eve taşınacaklardı. Sevmediği, hatta yeterince tanımadığı bir erkekle evlenecekti belki ama, istediği zaman yemek pişireceği bir mutfağı, bir iki beşibiryerdesi, altın bilezikleri, kocası ile paylaşacağı bir kaç malı, mülkü olacaktı. Ana babasının kahrından usanmıştı. Kendi başına iki adım atmasına izin vermezlerdi. Tek bir isteğinin bile kabul edildiğini hatırlamıyordu.
Sevmese de, kocası sayesinde bir tür özgürlüğe kavuşacaktı. Hem belki de onu ilerde sevebilirdi. İyice tanıdıktan sonra.. Kimbilir? Belki gerçekten iyi bir adamdı?
Böyle düşünerek gelin gitti bitişikteki mahalleye, Kezban. Üç odalı apartmanın hanımı oldu. Geleceğe umutla bakmaya çalışıyordu. Başka çaresi mi vardı? Hem evden uzaklaşması bile herşeyin iyiye doğru gitmeye başladığının ilk işareti degil miydi?
Bir yıl sonra bir oğlu oldu, Kezban’ın. Onu iki yıl sonra doğan kızı izledi. İki çocuğu, evin hizmetleri ve kocasının istekleri bütün gününü alıyordu. Kendisine birkac dakikalık bir zaman bile ayıramıyordu. Bütün gün içinde aynada kendine baktığı zaman bir dakikayı geçmezdi. Çoğu kere saçlarını tarama zahmetine bile katlanmazdı. Baş örtüsünü kuşanır, kendini günlük işlere verirdi. Çocukların yemeklerinden, tuvalet ve banyo gereksinimlerinden, yemek pişirip, çamaşır yıkamadan ve ev temizliğinden arta kalan zamanlarında kocasına hizmet ederdi. Kocası istediği zaman koynuna girer, gönlü olmasa da, arzu etmese de, onunla sevişirdi. Onun arzuları kendininkilerden çok daha önemliydi. Zaten kendisine ne arzu ettiğini soran mı vardı? Günlük koşuşturmalardan ve yorgunluktan, gece sevişmekten zevk alacak enerjisi olmazdı. Kocası ile sevişmekten zevk aldığı son geceyi hatırlamıyordu bile. Evliliklerinin ilk ayı içinde bir gece olmalıydı.
Balayından sonra kocası içki içmeye başlamış, geceleri kahvede geçirmeyi adet edinmişti. Çoğu kere eve sarhoş gelirdi. Daha 26 yaşına yeni girmişti ama, iki çocuklu bir anne ve sarhoş bir kocaya karı olmaktan öteye gidememişti. Üstelik son zamanlarda dayak yemeye de başlamıştı. Geride kalan yıllara bakıp düşününce, herşeyin iyiye değil, kötüye gitmiş olduğunu farketti. Bundan dolayı kendisine kızmaya başlamıştı. Ama ne yapabilirdi ki? Kendisinin de fikrinin alındığı bir durum asla oluşmamıştı. Daha genç kızken, ortayı bitirdikten sonra liseye gönderilmiş, lise biri başarı ile geçmiş ama, lise ikiye başladıktan kısa bir süre sonra okuldan alınmıştı. Çalışıp, eve katkıda bulunması gerekiyordu. Kendisine hiç bir şey sorulmadığı gibi, hiç bir seçenek de verilmemişti. Ağlayıp, sızlamasının hiç bir yararı olmamıştı.
Doğruldu yerinden. Silkindi.. Akşam yemeğini hazırlamalıydı. Kahveye gitmeden önce kocası her akşam birşeyler yerdi. Kahveye gidiyorum derdi ama, nereye gittiğini ancak Allah bilirdi. Tabii önce arkadaşları ile bir meyhaneye giderler ve kafayı çekerlerdi. Sonra hep birlikte kahveye yönelirlerdi. Ama yine de pek emin değildi. Kocası kendisine hemen hiç bir şey söylemezdi. Kendisi de ona sormaya cesaret edemezdi. Birkaç kere sormayı denemiş ve her seferinde dayak yiyerek, susturulmuştu. Akşamları evde yalnız, iki çocuğu ile birlikte geçirirdi. Önce çocukları uyutur, sonra güç bela aldıkları televizyonun karşısına geçerdi. Kocası gelene kadar bütün vaktini televizyonun önünde geçirirdi. Kocası geldikten sonra artık duruma göre, yapması gerekeni yapardı. Kocası ile sevişecek miydi, yoksa ona kahve mi yapacaktı veya küçük bir sofra mı hazırlayacaktı? Kendisine kalsa bunların hiç birini yapmaz ve doğru yatağa giderdi ama, iki çocuk annesi karı olmak öyle kolay birşey değildi. Kocası ona bunun bir imtiyaz olduğunu söyler dururdu. Kendi savını kanıtlamak üzere örnek olarak Kezban’ın daha evlenmemiş akranlarını gösterirdi.
Oysa Kezban onlara gıpte ile bakardı. Onlar ne şanslılar, derdi.. Herbirinin bir işi var. Hepsi de lise mezunu idi. Bazılarının, belki de hala bekar olan hepsinin, geceleri birlikte çıktığı, hoşlandığı veya sevdiği erkek arkadaşları var. Kahrolurdu Kezban, arada bir.. Çaresizlik içinde kıvranır, üzüntüsünden ağlardı. Ama yine de her seferinde kabahati kendinde bulurdu. Kendisi değil miydi, evden ayrılmak pahasına bu adamla evlenmeye razı olan? Razı olmasa ne yapabilirdi ki? Belki de kendisini zorla evlendireceklerdi. Hiç olmazsa “güya” kendi isteği ile evlenmişti. Aslında bu kendi isteği olmasa bile, yine de ona en yakın durumdu. Hayatında hiç bir şeyi kendi isteği ile yapmamıştı. Hiçbir şeyde onun da fikri alınmamıstı. Çocuk doğurma veya doğurmama hakkını bile kullandırmamışlardı ona. Kocasının isteği üzerine çocukları olmuştu. Oysa ona kalsa hemen çocuk sahibi olmak istemediği gibi, yalnız tek bir çocukla yetinirdi. Genç yaşında iki çocuklu bir kadın olmuştu. Kendisini kırk yaşında hissediyordu.
Geçenlerde lise arkadaşlarının muntazam aralarla bir araya geldiğini duymuş ve onlara katılmaya karar vermişti. Her ay yapılan bu toplantılardan yalnız ikisine katılabilmişti. Çocuklarını komşuya bırakır ve öğleden sonra yapılan bu toplantılara giderdi. Birkaç ay önce gittiği en son toplantıda arkadaşları ona, kendini ihmal ettiği için, epeyi sitem etmişlerdi.
Yahu! demişlerdi; Ne kadar güzel bir kızsın. Boyun bosun, endamın, kaşın gözün yerinde. Bir film aktrisi gibisin. Ama kendini ihmal ediyorsun. Saçını bile taramıyor ve bir türban takıp, ortalıklarda dolaşıyorsun. Köylü kadınlar gibi çiçekli, renkli uzun etekli elbiseler giyiyor, ucuz, düz taban ayakkabıları takıyorsun, ayaklarına... Ne sürme var gözlerinde, ne allık var yanaklarında. O kalın, güzel dudaklarına ruj sürmeyi bile düşünmüyorsun. Ne olacak bu halin senin? Kendine çeki düzen versene biraz! Kuaföre git, saclarını, tırnaklarını yaptır, biraz modayı izle. Kendine yüksek topuklu ayakkabılar al..
Kimin için diye düşünüyordu, Kezban? Kimin için kuaföre gideceğim? Kimin için süslenecek, dudaklarıma ruj süreceğim? Sevmediğim, görmediğim, konuşmadığım, tanımadığım kocam için mi? Tabii bütün bunları aklından geçiriyordu, Kezban. Arkadaşlarına mutsuz ve düşkün bir durumda olduğunu asla ihsas edemezdi.
Henüz 26 yaşında idi ama, renksiz, çeşnisiz, monoton ve iki çocuklu olmasına rağmen, anlamsız diyebileceği bir yaşam sürdürüyordu. Derin ve sanki içinden kurtulması olanaksız bir umutsuzluğun pençesine düşmüştü. Kendini çaresiz, güçsüz ve yetersiz hissediyordu. Liseyi bitirememenin verdiği üzüntüyu daha ne kadar çekecekti? Evlenerek bütün umutlarını yitirmişti. Bunu şimdi daha iyi anlamaya başlamıştı. Eskiden çok mutlu düşler kurardı. Bir erkeğe aşık olmak, onu ölesiye sevmek ve ona bütün varlığı ile bağlanmak, ona sahip olmak, onun tarafından sarılmak, kuşatılmak, sevilmek ve sahibolunmak isterdi. Onunla birlikte planlar kurmak, yabancı ülkelere seyahat etmek, Tibet‘e gitmek ve soğuk Tibet gecelerinde şöminenin önünde kocası ile sabahlara dek çılgınca sevişmek düşlerinden hiç eksik olmazdı. Parada pulda gözü yoktu, Kezban‘ın. Mutlu olmaktı bütün istediği. Sevgi ve aşk idi aradığı. Liseyi bitirip, üniversiteye gitmek isterdi. En büyük ideali bir gazeteci olmaktı. Okumayı çok severdi. Yazmaya ise, okumaktan da çok düskündü. Eline geçen her aşk romanını okurdu. Arada bir şiir yazardı. Küçük hikayelere, aşk mektuplarına çok meraklı idi. Son zamanlarda geceleri çocuklarını yatırdıktan sonra okumaya ve yazmaya başlamıştı. Televizyon seyretmiyordu artık. İçine sıkıntı vermeye başlamıştı televizyon. Hep aynı şeyler diyordu. Okuyarak ve yazarak çok daha başka alemlerde dolaşıyor, asla gidemeyeceği diyarlarda hayali sevgilisinin kollarında yaşıyor ve onun kucağında at koşturuyordu.
Bir gece yine erkenden çocuklarını yatırmış, yeni aldığı bir aşk romanını okumaya başlamıştı. Birden içinde aynada kendini seyretmek isteği kabardı. Yatak odasına geçti ve boy aynasında kendisine baktı. Bakımsız saçları, uzun çiçekli elbisesi, makyajsız yüzü ile hiç de hoş bir tablo oluşturmuyordu. Arkadaşları onu alımlı ve güzel buluyorlardı. Ona göre ise kendisi resmen çirkindi. Saçlarını hafifce taradı. Bir süre önce aldığı sürmeyi çekti gözlerine. Kalın dudaklarını kırmızı bir rujla kapladı. Değişik biri olmuştu sanki. İçi aydınlanmış ve güzelleşmişti. Demek ki dedi, kendi kendine.. Başkası için süslenmeme gerek yok benim. Herşeyden önce kendim için süslenmeliyim. Kocam için zahmete değmez. Onun bendeki güzelliği görmesine zaten olanak yok. O güzellikle çirkinliği birbirinden ayıracak yeteneklere bile sahip değil. Evet, dedi.. Bundan sonra ben de süsleneceğim. Birisi için olması şart mı? Kendim için süslenirim. Hem belki de süsleneceğim biri ile de karşılaşırım.. Kimbilir?
Aklından geçen bu son düşünce onu biraz sarstı. Bu doğru bir düşünce değildi. Ama sonra fikrini değiştirdi. Neden doğru olmasındı ki? Gençliğinde her gece uykuya dalmadan önce bir erkeği sevmeyi, onun tarafından sevilmeyi düşleyen kendisi değil miydi? Ne değişmişti ki o zamandan beri? Hiç bir şey! Kendisinden yaşlı bir erkekle evlendirilmiş, onun ve çocuklarının esiri olmaya zorlanmıştı. Kendi düşlerine de mi sahip çıkacaklardı? Kendi aklına da mı hükmedeceklerdi? Kendisinin isteyerek yapacağı hiç bir şey olmayacak mıydı bu dünyada? Hem kim bilir? Belki de böyle bir adam vardı dünyada? Bunu henüz kimseye söylememişti ama, bir gün apartmanda, gençliğinde düşlerinde gördüğü bir adamla karşılaşmıştı. Belli etmeden onu uzaktan izlemiş ve aynı binada oturduğunu öğrenmişti. Genç biri degildi. Hatta belki kocasından bile yaşlı idi. Ama uzun boylu, esmer, geniş omuzlu ve adeleli, güçlü, kuvvetli, yakışıklı bir erkekti. Kadınların öyle kolay kolay ihmal edeceği bir tip değildi. Karşılaştığı ilk gün ondan hoşlanmış ve daha sonraki kısa karşılasmalarında onu iyice sevmeye başlamıştı. Onun bunlardan haberi yoktu. Almanya‘dan daha yeni dönmüş bir Türk doktoru idi. Bir hastahanede cerrahlık yapıyordu. Evli olup olmadığını bilmiyordu ama, apartmanda tek başına yaşadığına emindi. Her sabah erkenden işine gider ve çoğu kere gecenin erken saatlerine kadar çalışırdı. Çocukların erkenden çişe kalktığı zamanlarda kapıdaki göz deliğinden onun evden ayrılışını izlerdi. Daha sonra bu onun her sabah tekrarladığı bir rutine dönüşmüştü. Her sabah onu görmeden edemez olmuştu. Günde yalnız bir kaç saniye izleyebildiği bir erkeğe aşık mı olmaya başlamıştı, ne? Evet, bundan sonra kendinden başkası için de süslenebilirdi.
Ona “Doktor Murat“ adını takmıştı. Gercek ismini bilmiyordu ama, bunun ne önemi olabilirdi? Gerçek ismi ne olursa olsun, doktor onun bir tür muradı idi. Asla gerçekleşemeyecek düşlerinin kahramanı, yaşamına anlam verecek ve onu zenginleştirecek tek umudu idi. Bir gün aşağı inip, apartmanın girişindeki posta kutularına bakarak, doktorun gerçek ismini öğrenmiş, sonra hemen unutmuştu. O ismi hiç beğenmemişti. Kendi bulduğu isimde israr edecekti. Zaten asıl amacı ismini değil, apartman numarasını öğrenmekti. Aradan haftalar, aylar geçti... Kezban, eline bile dokunmayı beceremediği hayali doktor sevgilisi için saçlarını yaptırmaya ve tırnaklarını uzatıp, boyamaya başlamıstı. Mahalledeki kuaförün müdavimi olmuştu. Her akşam, kocası yemek yeyip, evden ayrıldıktan sonra, koridorda karşılaşacağını umduğu doktor aşkı için gözlerine sürmeyi, yanaklarına allığı, dudaklarına kırmızı ruju çeker, kapının deliğinden dışarıyı gözlerdi. O kapının önünden hızla geçerken donar, kalır, hiçbir şey yapamazdı. Onu birkaç saniye izler, sonra kapıdan ayrılırdı. Onunla karşılaşacak cesaretten yoksundu. O eve geldikten sonra, kocası henüz kahveden sarhoş dönmeden önce, makyajını çıkarır ve baş örtüsünü kuşanırdı. Kocasına güzel ve farklı görünmek istemezdi. Zaten kocası saçını yaptırdığını ve tırnaklarını boyadığını farketmiş ve belki de ondan kuşkulanmaya bile başlamıştı. Ya da o öyle hissediyordu. Kocası bunları farkettiği hakkında hiç bir ip ucu vermemişti. Onda kıskanma duygusunun olduğundan emin değildi. Kocasının bütün yaptığı arada bir onun üstüne çıkıp, içine boşaltmaktı. Bu çiftleşmelerde kendisi en ufak bir deşarj duygusu hissetmezdi. Kocası ile sevişirken bir kere bile orgazm olduğunu hatırlamıyordu. Bu platonik sevgi daha ne kadar sürecekti? Murat‘a kendini nasıl belli edecekti? Onun dikkatini üstüne çekmek için neler yapması gerekiyordu?
Bir gün onun posta kutusuna bir mektup bırakmayı düşündü. Neden olmasın dı? Kısa bir mektupla ona apartmanda bir hayranı olduğunu belirtmede ne gibi bir sakınca olabilirdi. Bir aşk mektubu falan değildi yazacağı! Basit bir mektuptu. Hem zaten yazmaya çok meraklı biri değil miydi? Bu arada kendi içini de dökmüş olacaktı.
Bir gece, dayanamadı ve kağıda kaleme sarıldı. Güzel, serin bir İlkbahar gecesi idi. Dolunay tepeye tırmanmış ve romantik bir gece İstanbul‘un üstüne sere serpe yayılmıştı. Çocuklar çoktan uykuya dalmışlar, kocası akşam yemeğini yemiş ve kahveye yollanmıştı. Doktor sevgilisini düşünmekten başka yapacağı işi kalmamıştı, Kezban’ın. Bu arada ona düşüncelerini kısaca yazmada ne gibi bir sakınca olabilirdi?
Sevgili Doktor Murat;
İsminizin Murat olmadığını biliyorum ama, nedense size bu isimle hitabetmek geliyor içimden. Siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz. Şu anda size kimliğimi açıklamak istemiyorum. Sizi bir süredir uzaktan, kim bilir belki de yakından, izleyen bir hayranınız olduğumu bilmeniz yeter. Sizi çok beğeniyor ve mümkünse sizinle yazışmak istiyorum. Ben kendini çok yalnız hisseden, 26 yaşında bir bayanım. Okumayı ve yazmayı çok severim. Özellikle aşk romanlarına ve şiirlere bayılırım. Kendim de şiir yazarım. Daha doğrusu yazmaya çalışırım. Benimle yazışmayı düşünürseniz, mektubunuzu apartmanın girişindeki paspasın altına koyun. Ben oradan alırım..
Sevgi ile..
Bir hayranınız....
Kezban evli ve iki çocuk anası olduğundan hiç bahsetmemişti. Şimdilik bu ayrıntıların bilinmesinin ne yararı olabilirdi ki? Bazı ayrıntılar ve gerçekler doktorun cesaretini kırabilirdi. Mektubu cebinde bir kaç gün taşıdı Kezban. Onu doktorun mektup kutusuna koyacak cesareti kendinde bulana kadar arada birkac gün geçmesi gerekmişti. Sonra düşündü. Doktor nasıl olsa onun kim olduğunu bilmiyordu ve bu mektupla da bilmesine olanak yoktu. Mektubu onun posta kutusuna atmasının ne gibi bir sakıncası olabilirdi? En kötü ihtimalle doktor, onu yanıtlamazdı. Ama ya yanıtlarsa? Ya doktor da ona bir iki satır yazarsa? Değmez miydi bu ihtimal, çok, ama cok az, hatta olmayan bir riski göze almaya?
Bir sabah, doktor ve kocası işe gitmek üzere evi terkettikten sonra, aşağı indi ve kimseye görünmemeye çalışarak, doktorun posta kutusuna mektubu bıraktı. Apartmana hızla geri döndü. İçi içine sığmıyor, kalbi her an duracak gibi heyecanla çarpıyordu. O gün makyaj yapmak için akşamı bekleyemezdi. Hemen aynanın karşısına geçti ve uzun uzun süslendi. Zaten o gün öğleden sonra arkadaşları ile buluşacaklardı. Bir gün önce kuaföre gitmiş, saç ve tırnaklarını yaptırmıştı. Arkadaşlarına Kezban‘ın hiç görmedikleri bir tarafını gösterecekti. Bundan dolayı da bayağı heyecanlı idi.
Öğleden sonra arkadaşları ile çok hoş bir zaman geçirdi. Hepsi ona hayran kalmışlardı. Onlara göre Kezban sonunda kendi güzelliğini keşfetmişti. Kız arkadaşlarından bir kaçı ondan biraz kuşkulanmışlardı ama, Kezban kimseye en ufak bir ip ucu vermemişti. Hem zaten ortada henüz ne fol vardı ne de yumurta. Bu gidişle olacağa da pek benzemiyordu. Koskoca bir doktor onu yanıtlar mıydı hiç? Bu sevgi platonik kalmaya mahkumdu. Bu nedenden dolayı gerçek hislerini kimse ile paylaşmak niyetinde değildi. Hem paylaşmaya teşebbüs etse, iyi karşılanmayabilirdi. Apartmanda yaşayan, hiç tanımadığı, günde yalnız birkaç saniye gördüğü, eline bile dokunmadığı birine aşık olması onlar için bir zayıflık işareti olark yorumlanabilirdi. Bir doktoru sevdiğinden hiç bahsetmedi, Kezban. Yalnız kendisi için süslendiği izlenimini verdi. Aslında bu pek de yalan değildi.
Ertesi sabah, kocası işe gittikten sonra, hızla aşağı indi ve paspasın altında doktorun mektubunu aradı. Paspasın altı boştu. Ondan sonra her sabah paspasın altına bakmaya başladı. Dördüncü gün orada açık bir zarfa konmuş bir mektup buldu. Mektup “Bir Hayranıma“ hitabediyordu. Mektubu kaptığı gibi, kalbi heyecanla çarpa çarpa, koşarak apartmana geri döndü ve içeri girer girmez zarfı açtı. Sonunda muradına ermişti. Doktor onu yanıtlamıştı. Ne yazdıkları hiç önemli değildi. Onu reddetmiş bile olsa ne sakıncası olabilirdi? Sevdiği erkekten, onun şahsına hitabeden bir mektup almıştı. Yalnız kendisine ait, yalnız kendisinin sahip olmayı çok arzu ettiği bir kağıt parçasını tutuyordu ellerinde. Zarfı açtı, mektubu cıkardı ve bir nefesde okudu.......
Sevgili Hayranım;
Bu apartmanda bir bayan hayranım olduğundan hiç haberim yoktu. Hele genç bir bayanla karşılaştığımı hiç hatırlamıyorum. Kısa ve kibar mektubunuz benim için güzel bir sürpriz oldu. Bence sizinle mektuplaşmamızın hiç bir sakıncası yok. Son aylarda kendimi zaten çok yalnız hissediyordum. Evden işe, işten eve gidip gelmekten başka bir şey yapmaya zaman bulamıyordum. Bu vesile ile bir kaç mektup yazar, biraz da olsa içimi dökerim diye düşünüyorum.
Evet, sevgili hayranım. Teklifinizi kabul ediyorum. Ama haberiniz olsun, gerçi tek başıma yaşıyorum ama, evliyim. Eşimle aramız hiç iyi değil. Kendisi Alman asıllı bir hemşiredir. Aramızda geçimsizlik çıkınca ben İstanbul‘da iş buldum ve Türkiye‘ye geri döndüm. Almanya‘da bir üniversitenin birinci ve ikinci sınıflarında okuyan, kuçüğü kız, iki çocuğumuz var. Onlar yüzünden şimdilik boşanmayı düşünmüyorum. Birlikte yaşamamız da mümkün olmadığından eşimi terketmeye ve yaşamıma ülkemde devam etmeye karar verdim. Burada bu kadar yalnızlık çekeceğimi bilseydim, belki de geri dönmeyi hiç denemeyebilirdim.. Ama oldu bir kere.. Neyse, yavaş yavaş buradaki yaşama alışmaya başladım diyebilirim. İnsan her şeye, yalnızlığa bile, alışıyor. Umarım siz yalnız değilsinizdir. Veya yalnızsanız bile, yalnızlığa alışma gibi bir zorunlukla karşı karşıya değilsinizdir. Mektuplarınızı bekleyeceğim.
Murat..
Kezban ayakta zor durabiliyordu. Düşüp, bayılmamak için bir şeylere tutunması, bir sandalyeye oturması gerekli idi. Yakınındaki koltuğa kendini zor attı. Aman Allah‘ım diye geçirdi içinden. Ne isabetli bir iş yapmışım Murat‘a mektup yazmakla! Baksana! O da benim gibi biriymiş. Evli ama yalnız. Eşine değil, çocuklarına karşı sorumlu. Belki eşine sadık bile değil. Evet, burası kesin. Eşine sadık olsa mektubuma böyle bir karşılık vermezdi. Öyle ise eşine sadık değil. Hem neden ona sadık olsun ki? Ayrılmıs ondan. Ben eşime sadık değil miyim? Evet, değilim. O mektubu yazmazdım, sadık olsaydım. Evet, ben kesin olarak eşime sadık değilim! Nasıl olabilirim ki? Adamın yüzünü bile görmüyorum. Evden işe gider, ordan kahveye. Cumartesi, Pazar bile yüzünü göremem. Bir kadın böyle bir erkeği sevebilir mi? Ona sadık kalabilir mi?
Onunla geçirdiği yılları düşündü, Kezban... Onunla seviştiği geceleri. Aslında sevişen o değildi, kocası idi. Kezban onunla sevişmiyordu.. Onun altına yatar ve karılık görevini yapardı sadece. Onu tatmin ederek, kendi tatmin olmadan. Ona en ufak bir arzu bile duymuyordu. Tek başına bu durum bile bir tür ihanet değil miydi? Onu düşünmemek ve istememek. Sonra tekrar düşündü. Hayır, olamaz dedi. Şu ana kadar ona ihanet etmiş sayılmam. Ama artık durum farklı. Başka bir erkeği seviyorum. O beni bilmese de, istemese de, ben o erkeği seviyorum. Önemli olan benim sevgim degil mi? Onu görüyorum düşlerimde. Sürekli onu düşünüyorum. Onu arzu ediyorum. Ne garip, diye düşündü.. İlk defa yaşamına giren bir erkek için seksuel fantaziler kurmaya başlamıştı.
O gece kocası onunla sevişmek istedi. Bu keresinde hiç sıkılmadı. Hatta o da sevişmek istedi. Son günlerde içinde biriken cinsel gerginliklerden kurtulması gerekiyordu. Ama bunu kocasına belli etmek de istemiyordu. Eski sevişme tutumunu değiştirmemeliydi. Bütün bunlar akıl işi değil miydi? Kocası ile sevişirken, Murat‘ı düşleyemez miydi? Buna kim engel olabilirdi? Kimse kimsenin aklına hükmedemezdi. Şu ana kadar hemen hiçbir şeyi isteyerek yapmamıştı. Aklını kullanarak özgür bir şekilde bile düşünmeyi denememişti. Bundan sonra aynı hataları tekrarlamayacaktı. Kocası ile sevişirken Murat‘ı hayal edecekti. Kendini kocası ile değil, Murat‘la sevişiyor olarak düşleyecekti. Ama yine de dikkatli olmalıydı. Biraz ateşli sevişirse kocası aklından geçenleri anlayabilirdi.
Soyundu ve kocasının yanına uzandı. Bütün vücudu şehvet içinde ürperiyordu. Bu gece uzun zamandır ilk defa sütyenini cıkardı. Külotunu da çıkarıp, kocasının yanına sokuldu ve önce onun üstüne çıkar gibi yaptı. Sonra durdu. Bir çılgınlık yapmaktan korkuyordu. İçindeki arzuları kontrol etmeliydi. Vazgeçti üste çıkmaktan. Her zamanki gibi, kocasının altına yattı. Yüzünde kocasının alkol kokulu soluklarını hissederek, sevişmeye başladı. Önce kocasını içine aldı ve bir ara kocasının bıyıklı dudaklarından öpmeye bile teşebbüs etti. Bundan da hemen vazgeçti. Onunla sevişmekten zevk aldığını belli etmek istemiyordu. Aslında ondan zevk falan almıyordu. Ona göre artık üstündeki kocası değildi, Murat idi. Sarıldı Murat‘a.. İri ve hassas memelerini onun kıllı göğsüne sürte sürte, inleyerek büyük bir arzu ve şehvetle sevişti ve ilk defa orgazm oldu. Bir kere de değil, hem de.. Bir çok kereler.. Sonra birden durdu. Korktu... Acaba kocası sevişmekten hoşlandığını anlamış mıydı? Anlamamıştı. Adam öfleye püfleye hala üzerinde gidip geliyordu. Sonunda o da işini bitirdi ve çekti içinden. Sarhoşluğundan, değil eşinin aklından geçenleri, onun vücudunun farklı davrandığının, hatta orgazm olduğunun bile farkına varmamıştı. Kezban her zaman yaptığı gibi, yataktan indi, banyoya gitti ve temizlendi....
O gece hayatında ilk defa kendisinin de hoşlandığı bir cinsel ilişkiye girmişti Hem de hiç hoşlanmadığı kocası ile. Bunu sık sık tekrarlamalıydı. Ama nasıl? Sevişme temposunu kocası saptardı. Son zamanlarda karısı ile sevişmeyi 10-15 günde bire çıkarmıştı. Önceleri bundan hiç yakınmıyordu ama, Murat‘ı tanıdıktan sonra artan kendi cinselliğini tatmin etmenin başka bir yolunu bulmalıydı. Bu işi her gün, en azından bir kere yapmak istiyordu. Hatta bazı günler birkac kere. Tek başına bu iş yapılır mıydı? Sıhhatli miydi? Üzerinde kocası olmadan, yalnız Murat‘ı düşleyerek?
Bu düşünce bile vücudunun ürpermesine neden oldu. Kocası sevişirken onu okşamazdı. Oysa göğüslerinin, kalçalarının, bacaklarının bir erkek tarafından okşanmasını çok isterdi. Onları artık Murat‘ın okşadığını düşleyebilirdi. Elleri ile göğüslerine uzandı, onları yukarı doğru kaldırdı, okşadı. Meme başları o kadar duyarlı idi ki... Murat onları öper, sonra kalçalarını okşar ve ona sahip olurdu.... Önce ona sarılmayı, sonra onun bütün vücudunu okşamayı ve öpmeyi hayal etti. Daha sonra onu içine almayı...... Elleri kendine uzandı. Hayatında ilk defa kendini tatmin etmeye başlamıştı. Murat olmasa buna teşebbüs edebileceğini sanmıyordu. Kocasının kendinde uyandırdığı erkek imgesi hiç de çekici değildi. Sonunda kolayını bulmuştu. Bu işi ya kocası ile sevişirken Murat‘ı düşleyerek ya da tek başına yaparken yine Murat‘ı düşünerek, yapacaktı. Her hal-u karda erkeği Murat olacaktı... Murat‘a bir mektup daha yazmadan duramazdı artık. Ama ona karşı hemen bütün arzularını belli etmemeliydi. Şu anda bu hiç uygun olmazdı. Kendisi ile ilgili sırlardan birini, bilemedin ikisini ifşa edebilirdi, belki... Murat ona bir çok aile sırlarını ifşa etmemiş miydi? O da kendisini yavaş da olsa, dürüst bir şekilde tanıtmalıydı. Murat istemese onu yanıtlamakla yükümlü değildi nasıl olsa! Zaten kim olduğunu bile henüz bilmiyordu. Kezban Murat‘a ikinci mektubunu yazdı...
Sevgili Murat;
Mektubumu yanıtladığınız için teşekkür ederim. Demek tek başınıza yaşıyorsunuz. Kendinizi yalnız hissetmenizin nedeni bu olsa gerek. Bense tek başıma yaşamadığım halde yalnızım. Belki seviliyorum ama, beni anlayan ve benim sevdiğim tek insan yok bu dünyada. Hem bu tür sevgi bana hiç bir şey ifade etmiyor. Bana bir şey vermiyor ve yaşamıma birşey katmıyor. Evet, ben de evliyim. Sizin gibi ayrı yaşayan değil, kocası ile birlikte yaşayan biriyim hem de. Ama yine de bir tür terkedilmiş ve tek başına yaşamaya zorlanmış biriyim. Öyle hissetmiyorum kendimi.. Öyleyim...İlgilenirseniz daha sonra size yaşantımın diğer bazı ayrıntılarından da bahsedebilirim. Hemen sorunlarıma değinerek sizi üzmek ve başınızı ağrıtmak istemiyorum. Hem yalnız olduğumu, hem de kendimi yalnız hissettiğimi bilmeniz yeter. Şimdilik bütün amacım yalnızlığımı sizinle paylaşmak. Siz de kendinizi yalnız hissettiğiniz için beni anlamanız o kadar zor olmamalı. Yine de benimle, evli olduğum için mektuplaşmak istemiyorsanız, bunu açıklamaktan çekinmeyin ve kendinize dert edinmeyin. Sizi çok iyi anlayabilirim. Sizi bir sırrımı daha vereyim. Dört yaşında bir kızım ve altı yaşında bir oğlum var. Onlar gündüz bütün vaktimi alıyor. Oğlum bu sene ilkokula başlayacak. Gündüzleri belki biraz rahat edebileceğim. Gündüzleri babalarından en ufak bir yardım görmüyorum. Akşamları da zaten eve önce yemek yemek, sonra da uyumak için gelir. Oturup bir kaç kelime konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Çocuklarım olmasaydı yalnızlıktan çıldırabilirdim. Onlar bir tür zihni meşgale oluyor benim için. Allah‘a onları bana verdiği için teşekkür ediyorum. Onlar olmasaydı sanırım eşimi terkeder, çıkar giderdim bu evden. Beni bu eve ve eşimi bağlayan tek şey onlar.
Kezban daha devam edebilirdi ama, belki de biraz ileri bile gittiği hissine kapıldı. Bu kadar sırrı bir anda ifşa etmese daha mı iyi olurdu acaba diye aklından geçirdi bir an. Sonra, Murat‘a ne kadar çok sır ifşa ederse, aralarındaki bağın o kadar sağlam olacağını düşündü ve mektubu kutuya attı.
İki gün sonra paspasın altında Murat‘ın yanıtını buldu ve heyecanla okudu.
Sevgili Bir Hayranım;
İlginç bir bayansınız. Beni şaşırtmadınız desem yalan söylemiş olurum. Hem şaşırdım, hem de sizin hesabınıza biraz üzüldüm. Ama üzülmemeliydim. Çünku durumu kontrol altında tutuyorsunuz gibi geliyor bana.. Herşeyden önce kendi isteğiniz dışında gelişen bazı olguları anlıyor ve onların neden olduğu sorunlara bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorsunuz. İstemediği şeylere maruz kalmış olmasına rağmen, ne istediğini bilen bir bayana benziyorsunuz. Evet, sizin yalnızlığınızla benimki arasında önemli bir fark var. Ben yalnız olduğum için yalnızım, siz ise yalnız olmamanıza rağmen yalnızsınız. Bu iki yalnızlık içinden sizinki daha acil bir müdahaleyi gerektiriyor. İlk çözümü kendi aile çevresi içinde aramalısınız. Size mektupla yardım edebileceğimi hiç sanmıyorum. Çünkü sizi yeterince tanımıyorum. Yalnızlığınızı mektuplaşarak paylaşmamın sizi geçici olarak rahatlatması mümkün. Ama bu bile önemli. Bu geçici rahatlama sırasında sizi rahatsız eden konulara daha bilinçli bir şekilde yaklaşır ve onlara daha mantıklı çözümler bulabilirsiniz. Bana kendinizden biraz bahsederseniz belki size daha fazla yararlı olabilirim. Daha isminizi bile bilmiyorum. Siz bana Murat adını verdiniz. Ben de size kendi istediğim bir isim verebilir miyim? Size Gizem diyebilir miyim? Sevgi ile..
Murat
Diyebilirsiniz tabii sevgili Murat. Bana istediğiniz her isimle hitabedebilirsiniz. Yalnız ismi de bana uygun ama, Gizem‘i de çok beğendim. Ben doğuştan hem yalnızım hem de gizemli. Ben size yalnızlığımdan ve diğer bir iki sorunumdan bahsettim ama, sizden onlara bir çözüm yolu bulmanızı beklemiyorum. Böyle bir beklentiye hakkım olmadığını çok iyi biliyorum. Onlar benim sorunlarım ve onları ben çözmekle yükümlüyüm. Aslında siz bana yazmakla yalnızlığıma olduğu kadar, diğer sorunlarımın çözümüne de önemli ölçüde yardımda bulunuyorsunuz. Çünkü benim bütün sorunlarım yalnızlığımla ilgili. Daha doğrusu kendimi yalnız algılamamla ilgili. Doktor tavsiyelerinde bulunmayın bana ne olur! Her türlü tavsiyeden nefret ederim. Bana biraz iç dünyanızdan, ruhsallığınızdan, hislerinizden bahsetsenize. Sizin gibi bir erkeğin, genel olarak kadınlar, özel olarak benim hakkında neler hissettiğini bilmek istiyorum. Ama daha önce beni daha yakından tanımanızı sağlamak için porta kutunuza bir resmimi bırakmam gerektiğini düşünüyorum. Ne dersiniz? Beni şeklen tanımak ister misiniz? Ben sizi tanıyorum nasıl olsa. Sizin de beni tanımaya hakkınız var. İsteyin ne olur! İsteyin ve ben size bir resmimi vereyim. Beni şeklen de tanıyım. Belki beğenirsiniz, belki beğenmez. Kim bilir? Her hal-u karda bundan sonra aramızda yapacağımız yazışmalarda kelimeleri kime karşı kullandığınızı bilmenizde yarar var. Belki resmime bakar, bazı kelimelerden çekinir, diğerlerini kullanmayı yeğlersiniz. Aslında ben sizi şahsen tanıyorum ama, sizin de bende bir resminiz olsa çok iyi olur. Onu kalbime yakın bir yerde tutacağıma ve ona hergün bakacağıma söz veriyorum. Benim resmimi gördükten sonra artık hangi apartmanda oturduğumu saklamanın bir anlamı kalmıyor. Size apartman numaramı bildirirsem, mektuplarınızı posta kutuma atar mısınız? Paspasın altından daha emin bir yerdir diye düşünüyorum da...
Sevgiler,
Gizem......
Kezban Murat‘a yazdığı mektuba makyajlı, bakımlı son resimlerinden birini eklemiş ve apartman numarasını bildirmişti. Murat‘ın yalnız aklını deği, aynı zamanda kalbini de çalma arzusu içinde olduğu belli oluyordu. Murat da bu oyunu kabul etmiş ve onun posta kutusuna yanıtı ile birlikte kendisinin son resimlerinden birini koymuştu.
Sevgili Gizem, diye başlıyordu, Murat‘ın yanıtı......
Gizem de güzel, Yalnız da.. Öyle ise sana iki isimle birden hitabedebilirim. “Yalnız Gizem“.. Nasıl? Bazan sana Yalnız diye hitabederim, bazan Gizem diye. Artık duruma göre. Bana yazdığın mektuplara göre onlardan birini seçerim. Demek hemen altımdaki dairede oturuyorsunuz. Her gün en azından iki kere kapısının önünden geçtiğim o dairede bir hayranım olduğunu hiç bilmiyormuşum. Ben iyice yaşlanıyorum galiba. Bu kadar tatlı bir güzelin kapısının önünden hızla geçtiğim için suçluluk duymaya başladığımı bilmeni isterim. Resmini çok beğendim... Yani resimdeki seni. Sana pembe allıklar çok yakışıyor. Hele açık yeşil sürmelerinin ve dudaklarını kaplayan kırmızı rujunun beni ne kadar çok büyülediğine değinmeden geçemeyeceğim. Bu resmi beni büyülemek için gönderdiğine eminim. Eğer amacın o idi ise, hemen itiraf edeyim, başardın. Beni gerçekten büyüledin. Ne yazık ki, resminle yetinmem gerekecek. İki çocuklu ve evli bir bayanın babası yerinde bir erkeği arkadaş olarak bile kabul edebileceğine inanamıyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Bazı genç bayanların yaşlı erkeklerden hoşlandıklarını duymuştum ama, bunun ne dereceye kadar gerçekci olduguna emin değilim. Bence bunun tek bir nedeni olabilir. O da kesin olarak cinsellik değildir. Yaşlı erkek tarafından anlaşılmak genç kadınlara çok cazip gelebilir. Genç kadınların sevilme, anlaşılma, önem verilme arzuları onlar tarafından tatmin edilebilir. Eğer bu konudaki hislerimi öğrenmek istiyorsan sana açıkca itiraf edebilirim ki, sizin yaşınızdaki bir bayanın beni çekici bulabileceğini düşünmek çok güzel. Burası da benim, yani erkeklerin, zayıf tarafı galiba. İstenmek yani..... Arzu edilmek.. Hem de genç ve güzel bir bayan tarafından... Buna direnmek bile o kadar zor ki. Ama ben direnmeliyim. Doğrusu bu. Sen başka bir erkeğe aitsin ve kendi ailen var. Bana yaz. Öylesi daha iyi değil belki ama, daha doğru ve uygun olanı. Şimdilik bunu ben böyle düşünüyorum. Umarım bu düşüncelerimden caydirmazsın beni.
Sevgiler,
Murat....
Kezban içinde bir şeylerin cız ettiğini hissetti. Murat önce kendisine yaklaşmaya çalışmış, sonra hemen ondan uzaklaşmıştı. Kezban ona hiç katılmıyordu. Murat‘ı kendisini anladığı ve kendisine değer verdiği için değil, erkek olarak cazip bulduğu için istiyordu. Kendi cinselliğinin erkeği, hatta kahramanı olmuştu o. Ama bunu kelimelere nasıl dökebilecekti? Ona “seni çok cazip buluyorum, seni düşlüyorum, fantazilerimdeki erkek sensin“ diyemezdi.. Henüz! Belki ilerde diyebilirdi. Onu buna hazırlamalıydı. Kelimelerle onu baştan çıkarmalı, erkek ruhunda fıtınalar koparmalı, onu çılgına çevirmeliydi. Bunu başaracak kadınsal içgüdülere sahip olduğuna emindi. Kaybedeceği hemen hiç bir şey yoktu. Murat ona aileden bahsetmişti. Ne ailesi, hangi aile dedi? Kendini bir esir olarak görüyordu. Bir köle idi.. Hem de cahil, beceriksiz, yakışıksız, anlayışsız ve değersiz bir erkeğin kölesi...... Kendinden utanıyordu. Nasıl olmuştu da böyle bir duruma düşmüştü. Hayatında ilk defa değer kazanmaya başlamıştı. Daha da güzeli, yine hayatında ilk defa değerli bir şeylere sahip olmak üzere idi. Şu ana kadar eline geçenler bile yeterince değerli idi. Murat‘ın resmine baktı. Kendinden yaşlı bir erkekti ama, ne kadar yakışıklı idi. Tam bir erkek dedi.. Benim erkeğim, benim kahramanım.. Murat‘ın resmini aldı, kalbinin üstünde dolaştırarak dudaklarına yaklaştırdı ve öptü. Murat‘a hemen bir mektup yazacak ve ona kendisi hakkında he kadar yanıldığını söyleyecekti. Ama bunu açıkca yapamazdı. Yine de yapabilmeli ve dişiliğini de kullanarak onu kendine biraz daha yaklaştırmalı ve bağlamalıydı. Murat onun yaşamındaki en değerli yaratık olmuştu. Çocuklarından bile değerli idi. Çünkü onları kocası ile paylaşıyordu. Halbuki Murat kendisine ait idi. Yalnız kendisinindi. Kimse ile paylaşmıyordu onu. Karısından ayrılmamış mıydı? Murat şu anda yalnız onundu... Bu düşüncelerini Murat’la paylaşmalıydı. Kağıda kaleme sarıldı. Murat’a bir mektup daha yazmalıydı.
Sevgili Murat; Sana genç kadınlar hakkında yanıldığını söylesem ukelalık mı yapmış olurum acaba? Ben senin olgun erkeklerde cinselliğin azaldığı görüşüne hiç katılmıyorum. Bence tam tersi. Kadınların yaşlı erkekler tarafından kendilerine daha çok değer verilmesinden hoşlandıklarını anlayabiliyorum. Çünkü onlardan biri de benim. Ama bunun için yaşlı erkeklerin arkadaşlığını aramayı kendim için kabul etmiyorum. Yani yaşlı erkeklere yalnız bir tür menfaat için yaklaşma gibi bir şey oluyor bu... Onlar tarafından iltifat edilmek, bir tür sevilmek ve ruhsal okşanmak için onlarla ilişki kurmak istemek, bence çok bencil bir duygu. Sizi beğenmemin nedeninin onlar olmadığını söylesem, bana kızar mısınız acaba? Beni anlayıp, bağışlayabilir misiniz? Ailem için ise hiç endişe etmeyin. Ben kendimi onlara yakın hissetmiyorum. Dedim ya...... Beni yalnızlığımla baş başa bırakan bir kocam var ve durumdan haberdar olmayan küçük çocuklarım.. Bu ilişkilerin doğası bir aile ile ne dereceye kadar uyumlu bilemem. Şu anda tümüyle disfonksiyonel bir aile olduğu kuşkusuz. Adına aile dense bile...
Kezban nerdeyse açıkca “sizi çekici ve seksüel“ buluyorum demişti mektubunda ama, yine de bunu belli bir klişenin dışına çıkmadan başarmıştı. Madem seksüalitesinden dolayı beğenilmek Murat‘ın zayır tarafı idi, Kezban‘ın Murat‘ın o tarafı üzerinde biraz çalışması gerekiyordu. Belki de Murat‘ın bilinçsiz olarak en çok istediği sey, genç kadınlar hakkında yanılmaktı. Bu yanılgıdan daha hoş ne olabilirdi? Demek ki genç bir kadın onu seksüel bulabilirdi. Murat‘a bu konuda yanıldığını söylemek, onu kazanmak değil miydi?
Murat Gizem‘deki bu açıklığa, cesarete, kültüre ve anlayışa saşırmıştı ama, aynı zamanda da hayran kalmıstı. Onun gerçekten bir kriz içinde olduğu, yalnız ve stresli bir yaşam sürdürdüğü açıkca belli oluyordu. İki çocuğuna ve kocasına rağmen yalnızlık içinde çırpınan Gizem, aile dışında bir tür platonik, hatta romantik bir ilişki arıyordu. Onun gibi son derece güzel, hoşsohbet, kendini açıkca belirten ve konuşkan birine hak vermemek mümkün değildi. Evet, onunla biraz daha yakından ilgilenmeliydi. Öyle kafası boş, yalnız cinselliği ile ilgilenen bir kadın olmadığı belli idi. Hem kendisini de çekici buluyordu. En çok burasını beğenmişti Gizem‘in zaten.. Genç bir kadın tarafından beğenilmiş olmaktan gurur duyuyordu.
Sevgili Yalnız Gizem;
Sonunda bende gerçekten yalnız ve gizemli olduğun izlenimini uyandırdın. Hemen altımdaki dairede oturmamış olsaydın ve resmini elimde tutmuyor olsaydım, seni gerçek değil, kendi düşlerimin yarattığı bir hayal sanabilirdim. Ama fizik olarak varsın ve bana çok yakınsın.. Ruh olarak da bana giderek yaklaşıyorsun diyebilirim. Bu durumda seni hiç görmeden kapının önünden geçip gitmem biraz garip olmuyor mu? Evet, oluyor. Yine de kapını çalıp, seninle tanışmak istemem pek uygun olmayacak. Tabii senin tarafından davet edilmezsem. Şahsen görüşebileceğimiz koşulları oluşturmak mümkün mü? İstersen daha önce telefonla konuşalım ve birbirimizi biraz daha iyi tanıyalım. Apartmandakilerin oldukca meraklı olduğunu tahmin ediyorum. Bu yüzden benim seni, senin beni ziyaretimiz riskli olabilir. Şimdilik telefonlaşalım diyorum. Ne dersin?
Murat mektubuna telefon numarasını da yazmayı ihmal etmemşti. Kezban mektubu aldı ve diğerlerinde olduğu gibi, heyecanla okudu. Murat hakkında birşey daha öğrenmişti. Artık onun telefon numarasını da biliyordu ve onu gece vakti arayabilirdi. Hem sonra Murat onu siz, biz gibi değil, sen, ben şeklinde hitap etmeye başlamıştı. O da ona öyle hitabedebilirdi. Nedense kendini biraz daha emniyette ve rahat hissetmeye başlamıştı. Yalnızlığı önemli ölçüde azalmıştı.
Bazan içindeki genç kızlık heyecanlarını bastırması güçleşiyordu. Murat‘ı artık her gün düşlemeye ve onun hayali ile kendini birkaç kere tatmin etmeye başlamıştı. Murat düşlerinde her gece onun her tarafını öpüyor, memelerini, kalçalarını aşk ve şefkatle okşuyor, seviyor ve sonunda ona sahip oluyordu. Yaşamına giren Murat imgesi ona yeni bir anlam, hatta yeni bir yön vermeye başlamıştı. Kezban tümüyle tatminsiz değildi artık ama, yine de kendini yeterince tatmin edilmiş hissetmiyordu. Murat‘la buluşmaları gerektiğini anlamıştı. Evet, bunu yapmaya mecburdu. Onu istiyordu. Yalnız ruhunu değil, vücudunu da istiyordu. Yalnız ruhuna değil, vücuduna da sahip olmak ve onun tarafından sahip olunmak istiyordu. Belki Murat da aynı şeyleri düşünüyor, hatta istiyordu. Bir araya gelmeden önce o bahsetmemiş miydi? Önce telefonla konuşacaklardı. Bunu bir akşam kocası evden kahveye gittikten sonra yapabilirlerdi. Murat o sıralarda evde oluyordu. Evet, bu gece onu ilk defa telefonla arayacak, sesini duyacaktı. Heyecan içinde geceyi bekledi. Kocası akşam eve geldi ve yemeğini yedi, birasını içti ve kahveye gitmek üzere evden ayrıldı. Ne kadar hissiz bir adam diye düşündü. Bir hayvan gibi... Evde bir kadının, bir insanın bulunduğunun farkında bile değil. Demek beni o kadar değersiz buluyor. Bana ağzımı bile açtırmıyor. Soru bile sormuyor. Bir iki laf etsem, dayağı yeyip, oturacağım yerime. Onun bu haline daha ne kadar tahammül edebilirim acaba? Kocasından giderek soğuyordu. Murat‘la tanışması bu soğuma sürecini hızlandırmıştı. Ondaki romantizmi, anlayışı, gerçek erkeksel davranışları gördükce, kocasından biraz daha soğuyor, hatta nefret ediyordu. Kocası ile sevişirken Murat‘ı hayal ediyordu ama, artık bunun bile pek faydası olmadığını farketmeye başlamıştı. Murat‘ı tek başına düsünmek çok daha çekici idi. Üstünde kocası varken daha önceleri olduğu gibi sevişmekten zevk almıyordu artık. Kocasının anlayışsızlığından, kabalığından, alkol kokan nefesinden tiksinmeye başlamıstı. Murat yaşamına hem yenilik, umut, canlılık getirmişti, hem de onda nefret, tiksinti ve umutsuzluk hislerinin uyanmasına neden olmuştu. Biri umut ve sevgi dolu, diğeri umutsuzluk ve nefret içeren, iki zıt dünyada yaşamaya başlamıştı. Heyecanlı günler geçirdiği kuşkusuzdu. Murat‘tan artık vazgeçemezdi. Ona fizik olarak sahip olmalıydı. Bu gece yapacağı telefon konuşması onun için cok önemli idi. Onu biraz daha yakından tanımak fırsatını eline geçirebilecek, belki de onun kendisine biraz daha yaklaşmasını sağlayabilecekti. Ona sahip olmak istiyordu. Kocasından iyice nefret etmeye, tiksinmeye başlamıstı.... Kocası kahveye gitmiş, Murat dairesine gelmişti. Şu anda belki de onun telefonunu bekliyordu. Hemen aramalıydı. Murat‘a kendini toplaması, birşeyler yemesi ve biraz dinlenmesi için zaman verdi. Bir genç kız gibi heyecanlıydı. İçi içine sığmıyordu. Acaba Murat onu nasıl karşılayacaktı? Bu ilk fizik temas olacaktı. Oysa Murat‘ı öteden beri tanıyordu sanki. Onunla yakınlaşmıştı bile. Şimdi geçek yakınlaşma başlayacaktı. Bakalım birbirlerini anlayabilecekler ve ilerdeki ilişkilerini sağlam temeller üzerine oturtabilecekler miydi? Yeterince beklemişti. Ahizeyi elini aldı ve numarayı çevirdi...
-Alo, merhaba, ben Gizem......
Kısa bir sessizlik oldu.. Sanki karşı taraf durum muhakemesi yapıyordu. Sonra dolgun bir erkek sesi;
-Merhaba.... dedi.. Üç gündür telefonunuzu sabırsızlıkla bekliyordum.
-Ancak arayabildim diyebildi, Kezban.. Murat‘ın tok ve erkeksi sesini duyunca başı dönmüştü.
-Birkac gündür nezle idim. Sesim kısıktı. Daha bugün kendime gelebildim. Yoksa seni daha önce de arayabilirdim.
-Umarım kendini iyi hissediyorsun, dedi, Murat...
-Evet, dedi Kezban.. İyiyim.. Kendimi çok iyi hissediyorum. Hele senin sesini duyduktan sonra daha da iyi hissetmeye başladım, diyebilirim.
-Buna memnun oldum, dedi, Murat... Ben de senin sesini çok merak ediyordum. Sonunda o güzel resmini seslendirmeye başladım. Bir, birbirimize dokunmadığımız kaldı...
-O da olur, dedi, Kezban..
Bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Murat‘ı yavaş yavaş kendini bağlaması gerekiyordu.
-Seni gündüzleri arayabilsem benim için daha uygun olurdu.. İstersen sen beni ara gündüzleri.. Hastahanede meşgul olabilirsin. Boş zamanlarında beni oradan arayabilirsin. Nasıl olsa ben her gün evdeyim. Nereye gidebilirim ki? -Olur, dedi, Murat ve numarasını aldı..
-Bos zamanım olursa seni ararım.. Eve demin geldim..
-Biliyorum, dedi, Kezban.. Gördüm geldiğini...
-Öyle mi? dedi, Murat. Nasıl gördün? Ben seni görmedim.
-Seni kapı deliğinden izledim.
-Bak şu işe.. Demek beni öyle uzaktan izleyip duruyorsun.
-Evet, öteden beri hem de. Bilmeni istemedim.
-Sonunda dayanamadın, söyledin ama..
-Evet, oyle oldu... Sana gerçekleri söylemek istedim.
-Sen çok tatlı bir kızsın..
-Kız mı? Ben nerdeyse 27 yaşında bir kadınım.
-Ben de 51 yaşında bir moruk..
-Hiç bile değil.. Sen genç ve yakışıklısın..
-Öyle mi sanıyorsun?
-Sanmıyorum, biliyorum. Gözlerimle gördüm. Öylesin.
-Çok güzel gözlerin var. Yeşil sürmeler sana çok yakışıyor.
-Teşekkürler.. Gerçekten öyle mi?
-Öyle... Dedim ya, beni büyüledin....
-Ama sen beni daha önce büyülemiştin...
-Hiç bilmiyordum birini, özellikle genç bir bayanı büyüleyebileceğimi..
Konuşma oldukca romantik bir konuya kaymıştı. Kezban‘ın heyecanı yatışmış, içinde Murat‘a karşı duyduğu seksüel arzular kabarmaya başlamıştı. Vücudu yine şehvetle ürperdi. Elleri ile göğüslerini okşadı, kalçalarına uzandı. Derin derin solumaya başlamıştı. Bunu şu anda Murat‘a belli etmemeliydi. Belki ilerde ona kendisiyle konuşurken hissettiklerinden bahsedebilir, hatta kimbilir, belki de onunla telefon seksi bile yapabilirlerdi.
Ama yine de önce onun vücuduna sahip olmalıydı. Telefonla falan tatmin olmasına olanak yoktu. Onun tadına bakmalıydı..
-Siz gençliğinizde epeyi kadın yakmış olmalısınız..
-Evet, birkaç kız arkadaşım olmuştu. Ama bizim devir başka bir devirdi. Sizin gibi rahat değildik.
-Biz rahat mıyız yani?
-Bizlere göre rahatsınız tabii..
-Nedense ben hiç de öyle rahat günler yaşamadım. 19 yaşında evlendirildim. -Hiç de iyi etmemiş anne baban... -Evet, hiç de iyi etmediler. Ama bütün kabahat onlarda değil. Aslında ben evlenmeye hayır demedim. Evden bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Tek bir erkek arkadaşım bile olmamıştı. Anlıyorum ama, hala, senin gibi güzel bir kızın mutlaka bir kaç erkek arkadaşı olmalıydı evlenmeden önce, diye düşünüyorum.
-Olmadı işte.. Tek bir erkek bile öpmedim evlenmeden önce. Hoş, evlendikten sonra bile birini çok öptüğüm söylenemez.
-Ama şimdi öpebileceğin biri var!
-Evet, var tabii.. Eşimi kastediyorsan.. Ben de ondan bahsediyordum zaten... -Ben ondan bahsetmiyorum.
-Kimden bahsediyorsun, öyleyse?
-Kendimden bahsediyorum... keh keh keh..... Kezban bir an için sustu. Ne diyeceğini bilemedi. Sevdiği, arzu ettiği erkek kendini öpmek istiyordu. Yine vücudunu şehvetli bir titremenin sardığını hissetti. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Fazla ileri gitmek de istemiyordu. Bir bahane ile telefonu kapatmasının zamanı gelmişti. Biraz daha konuşsalar telefonda Murat‘a teslim olacaktı. Eline geçen bu fırsatı kaçırmamalıydı ama, zamanı henüz gelmemişti...
-Neden olmasın, isterdim bunu, yakın olsaydım sana...
-Daha ne kadar yakın olacaksın? Bir kat altımdasın.
-Çocukları bırakamam, hem de biri görür apartmanda. Bunu sonra konuşuruz. Bi dakka, küçük uyandı galiba. Bu gecelik seni daha fazla rahatsız etmeyim. Seni sonra ararım. Sen de beni gündüzleri arasana dedi ve telefonu kapattı.
Arzu ve şehvetten başı dönüyordu. Ayakta durmaya çalıştı bir süre.. Mümkün olmayacaktı. Soyundu, çırıl çıplak kendini yatağa fırlattı. Soluk soluğa idi. O gece Murat‘ı düşünerek uzun uzun kendini tatmin etti. Belki on kere orgazm oldu. Sonra pijamasını giyerek, uykuya daldı. Kocasını kim takardı artık. Kapıyı açacak anahtarı vardı nasıl olsa......
Kezban yaşamında olan bu değişikliklerden memnundu. Cinsel olarak kendini tatmin edebiliyor, manevi olarak da oldukca zengin günler yaşıyordu. Sonunda yıllarca içinde saklı tuttuğu sevgi ve arzular açığa çıkmaya başlamışlardı. Daha da güzeli onlar karşılık bulmuştu. Mutluluktan sarhoş gibiydi. Kendisini bu sevgi ve arzu dolu günlerin akışına terketmeliydi. Geleceği düşünmüyordu. Yaşamı iyiye doğru gitmiyor muydu? Bu son gelişmeleri daha başka nasıl yorumlayabilirdi? Geleceği neden düşünmüyordu acaba? Madem herşey iyiye gidiyordu, gelecek de iyi olmalıydı, değil mi? Bu rezil yaşamının daha kötü olabileceğine hiç ihtimal vermiyordu. Yine de geleceğe gölge düşüren bir kaç küçük sorun vardı. Onları düşünmek bile istemiyordu. O küçük sorunların başında kendi evliliği geliyordu. Bir kocanın esiri olarak yaşamaktaydı. Üç odalı bir eve çocukları ile birlikte hapsedilmişdi. Hayatında ilk defa kazandığı cinselliğini nasıl kullanacağını bilmemesi de bir sorundu. Bu sorunlar küçük ayrıntılar mıydı, yoksa büyük engellerden mi geçiyordu? Murat‘ı daha henüz öpmemişti. Öpmeye gelinceye kadar, daha ellerini tutmamış, gözlerinin içine bile bakmamıştı. Bütün bunları ve fazlasını istiyordu. Ona sarılmak, onun kucağında arzu ve şehvetle titrerken doyasıya sevilmek, okşanmak ve sonra onun tarafından sahip olunmak istiyordu. O da erkeğine sahip olmak, arzu ettiği her aşk oyununu korkmadan, çekinmeden ve utanmadan oynamak, aşkı dolu dolu yaşamak ve yalnız tatmin olmak değil, aynı zamanda tatmin de etmek istiyordu..... Evet, gelecek daha kötü olamazdı. Olmamalıydı. Gelişmeler iyiye doğru gidecekti. Gitmeliydi. Geri dönüşe, başarısızlığa izin veremezdi. Bu aşkın dönüşü yoktu artık! Olamazdı! Ayrıca kocası ile olan ilişkilerine de bıraktığı yerden, hiç bir şey olmamış gibi devam edemezdi. Son zamanlarda ondan tiksinmeye bile başlamıştı. Eskiden böyle hisler yoktu içinde. Kocasından nefret edebileceğini, ondan tiksinebileceğini hiç düşünmemişti. Kendisine ona karılık yapması, hürmet etmesi söylenmiş, ondan kocasını sevmesi, tatmin etmesi ve dediklerini yapması istenmişti. Ondan nefret edeceği hiç aklına gelmemişti. Belki ilerde bir gün sevebilirim diye düşünmüştü. Önceleri ne istediğini bilmiyordu Kezban ama, artık öğrenmişti. Murat ona farkında olmadan aşk ve sevgi konusunda bildiği herşeyi öğretmişti. Bu yeni öğrendiklerinden asla fedakarlık yapmayacaktı. Yeterince çekmişti. Onun da mutlu olmaya ve bu ölümlü dünyadan zevk almaya hakkı vardı. Evet, hem bir insan olarak, hem de bir kadın olarak, bu dünyadan zevk alacaktı. Yine de çözümü gereken birkaç sorun vardı. Kocasını ne yapacaktı? Boşarım dedi.. Boşar atarım başımdan.. Çocukları da alırım. Ona nafaka ödettiririm. Murat‘la yaşarım. Neden olmasın? Olur işte..... Sonra durdu biraz ve düşündü. Kocası onu kolay kolay bırakacak bir tip değildi. Ondan uzaklaşmasının kolay olmayacağını biliyordu. Hatta belki de imkansızdı. Zaten en ufak kuşkuda bile onu öldüresiye dövecekti. Soru sorduğu için bile dayak yediği günleri unutamıyordu. Başka bir erkeğin koynuna girdiğini duysa, onu kesin olarak öldürürdü. Murat‘ı da öldürürdü. Şimdilik platonik düzeyde hızla ilerleyen bu tatlı macera, belki de ona ve onunla yakından ilgili herkese ilerde acı, ızdırap ve mutsuzluk getirecekti. Ama duramazdı artık... Onu Murat‘ı sevmekten, kendini özgür bir kadın olarak hissetmekten kimse alıkoyamazdı. Kocası aklına gelince içine biraz nefret, biraz tiksinti, biraz çaresizlik, biraz korku ve endişe doğuyordu. Evet, dedi kendi kendine. Onu
şimdilik hiç düşünmeyeceğim. Hayatımı yaşayacağım. Hiç düşünmeyeceğim diyordu ama, kocası hiç aklından çıkmıyordu. Çünkü Murat‘la aralarındaki tek engel o idi. Kendileri ile mutluluk arasında duran derin bir ucurumdu kocası. Ne pahasına olursa olsun onu aşmaları gerektiğini çok iyi biliyordu. Onunla bir ömür tüketilmezdi. Büyük bir hata işlemişti ve o hatanın neresinden dönse, kardı.
İki gün sonra Murat Kezban‘a telefon etti ve bir gün öğle yemeğini birlikte yemeyi teklif etti. Olur dedi, Kezban. Çocukları mazeretle bırakacağı bir gün olmalıydı bu. Arkadaş toplantısını bahane edebilirdi. Kim bilecekti, nereye gittiğini? Arkadaşlarını mı tanıyorlardı sanki?
Bir gün, arkadaşlarına en son gittiği gündeki gibi, çocukları komşuya bıraktı, en güzel giysilerini kuşandı, süslendi ve bir öğle üstü taksi ile Murat‘la buluşacakları Şişli‘deki lüks lokantaya gitti. Murat onu kapıda bekliyordu. Korkmadan birlikte olabilecekleri, nezih ve emin bir yerdi, lokanta. En azından başbaşa birkaç saat geçirebileceklerdi. Murat onu tanımada güçlük çekmemişti. Hemen lokantaya geçip, dar ve kuytu bir köşede iki kişilik bir masayı işgal ettiler. Murat yeri ve masayı özel olarak seçmişti. Koltuklar rahattı ama, birbirlerine dokunmadan oturmalarına olanak yoktu. Murat Kezban‘ı sağına aldı. Yemekleri ısmarladılar. Murat‘la yan yana, nerdeyse kucak kucağa, güzel bir öğle yemeği yediler. Murat arada bir Kezban‘ın kollarına, bacaklarına dokunuyor, gözlerinin içine penetre olan bakışları ile onu sanki çırıl çıplak soyuyordu. Bir ara yere düşürdüğü peçetesini almak bahanesi ile yere uzanırken Kezban‘ın yanağına küçük bir öpücük bile kondurmuştu. Bu ani buse karşısında Kezban heyacanını saklayamamıştı. Kezban da arada bir ona dokunmaya başlamıştı. Nezih bir lokantanın kuytu bir köşesinde başlayan bu aşk oyununa devam etmeliydiler. Murat‘ı bu gece eve almalıydı. Kocası nasıl olsa her gece olduğu gibi bu gece de evde olmayacaktı. O gittikten sonra çocukları uyutur, Murat‘a telefon eder ve bir kaç saatliğine onu eve davet edebilirdi. Bu süre içinde onun olurdu... Neden olmasındı? Gerçek bir erkekle, hele hoşlandığı ve düşlerinden düşürmediği bir erkekle birlikte olmanın ne gibi bir sakıncası olabilirdi? Elleri ile Murat‘ın ellerini dokundu ve onun ellerini ellerine almasını sağladı. Bacakları onun bacakları ile temas halinde iken gözlerini gözlerinden sakınarak ona, bu gece kendisini ziyaret edip edemeyeceğini sordu. Çocukları uyuttuktan sonra seni ararım dedi. Sesinde bariz bir heyecan ve çekingenlik vardı. Solukları sıklaşmıştı. Birlikte çay, kahve içeriz, bir şeyler yeriz.
Murat bu daveti olumlu karşıladı ve neden olmasın, dedi. Çok isterim. Seninle bir gece değilse bile bir kaç saat geçirmek beni çok mutlu eder. Öğle yemeğini mümkün olduğu kadar yavaş bir tempo ile yediler. İçtiği iki kadeh Kavaklıdere şarabı Kezban‘ın başını döndürmeye yetmişti ama, o bundan hiç şikayetci değildi. Lokantadan çıkıp, yanyana biraz yürüdüler. Sonra Murat bir taksi çağırıp, Kezban‘ı eve gönderdi. Hastahanede bitirmesi gereken bir iki işi vardı. Gece nasıl olsa birlikte olacaklardı.... Kezban eve döndü ve Murat‘ “la birlikte olmanın ve iki kadeh şarabın verdiği rehavetle koltukta kısa ve sakin bir uykuya daldı. Uyandığı zaman akşam olmak üzereydi. Kocası nerdeyse eve gelecekti. Hemen gidip komşudan çocukları aldı ve üstünü başını değiştirmeye başladı. Kocası onu yeni ve son modaya uygun giysileri ile görmemeliydi. Yoksa onda şüphe uyandırabilirdi. Daha henüz sürmelerini ve rujunu silmeye vakit bulamamışken kocası kapıdan içeri girdi ve onu makyajlı haliyle gördü. Önce hiç tepki göstermedi ve önüne konan yemeği sessizce yedi. Yemekten sonra neden makyaj yaptığını sordu. Hiç dedi Kezban... İçimden öyle geldi. Öyle mi dedi, kocası.. Bak benim içimden ne yapmak geliyor. Elinin tersi ile Kezban‘ın yüzüne sert bir tokat attı. Sırt üstü yere yuvarlanan Kezban‘ın üstüne yüklendi ve yüzüne birkaç yumruk patlattı. Daha sonra onun yerden kalkmasını bile beklemeden evden çıktı, gitti. Kezban yerinden güçlükle doğrulabildi. Önce aynada yüzüne bakmak istemedi. Ama buna mecburdu. Banyoya geçti ve güçlükle aynadaki hayaline baktı. Bu keresinde çok kötü bir dayak yemişti. İki gözü de şişmişti. Burnu kanıyordu. Üst dudağından kan geliyordu. Hemen soğuk su ile yaralarına pansuman yaptı. Kanamaları durdurdu ve bir koltuğa adeta yığılırcasına çöktü. Bu gece artık Murat‘la buluşamazlardı. Onun kendisini bu şekilde görmesine izin veremezdi. Biraz dinlendikten sonra kendine geldi. Murat‘ı görmekten çekinmesinin nedeni ne olabilirdi? Ona bu şekilde görünmek mi istemiyordu, yoksa dayak yediğinin bilinmemesini mi? Aslında Murat‘ın onun kocasından dayak yediğini bilmesinde yarar bile vardı. Bazı gerçekleri ondan saklamamalıydı. Ayrıca Murat yediği dayağa şahitlik etmiş olacaktı. İlerde boşanmaya karar verirse onu şahit olarak gösterebilirdi. O halde Murat‘la buluşmasını iptal etmemesi gerekiyordu. Ama daha önce ona durumu açıklamalıydı. Belki gelmek istemezdi. Karar onun olmalıydı.
Kezban fazla vakit geçirmeden telefonla Murat‘ı aradı ve kısaca başına gelenleri anlattı. Murat‘ın hala kendisini görmek isteyip istemediğini öğrenmek istiyordu. Murat, tabii dedi, hemen geliyorum. Seni görmek ve mümkünse tedavi etmek istiyorum. Birkaç dakika içinde Murat aşağı indi. Kezban onu hemen içeri aldı. Şu anda artık onun daireye girişini birileri görecek diye korkmuyordu. Bu kadar ileri gittiği için kocasından daha çok nefret etmeye başlamıştı. Bu son davranışı ile kocası Murat‘la olan ilişkilerine iyice meşruluk kazandırmıştı.
Murat Kezban‘ın uğradığı bu saldırıdan dolayı çok öfkeli idi. Almanya‘da böyle kocaları cezalandırırlardı. Türkiye sosyal olarak ne kadar farklı bir ülke diye düşündü. Erkeklerin hakim olduğu bir toplumdu Türkiye. Hemen Kezban‘ı muayene etti. Yüz ve göz kemiklerinde kırık olup olmadığını saptamaya çalıstı. Yoktu. Bu iyiye işaretti. Yumuşak doku zedelenmesi ve bir iki küçük kesi vardi ve onlar da hızla iyileşeceklerdi. Bu iyi haberi Kezban‘a iletti ve onun saçlarını şefkatle okşadı. Kezban da zaten kendine gelmeye başlamıştı. Genç ve güçlü bir kadındı. Bu talihsiz deneyimin geceyi daha fazla zehirlememesi için yerinden doğruldu ve çay demlemek üzere mutfağa geçti. Murat da onu izledi. Çayın demlenmesini bekledi. Sonra mutfakta onu kolları arasına alıp, dudaklarından uzun uzun öptü. Salona geçip birer koltuğa oturdular ve çaylarını içtiler. Kezban daha fazla bekleyemezdi. Murat‘ın kucağına oturdu ve onu öpmeye başladı. Murat‘ın iri elleri Kezban‘ın vücudunun her köşesini okşamaya başlamıştı. Önce göğüslerini, sonra kalça ve bacaklarını.. Kezban büyük bir heyecan ve arzu içinde Murat‘ın kucağında ve kollarında inliyordu. Daha fazla beklemenin anlamı kalmamıştı. Hızla birbirlerini soydular ve orada, salondaki kanepenin üzerinde birbirlerinin oldular.. Kezban yaşamında tasavvur edebileceği en büyük zevki tatmıştı. Daha bir saat önce yediği hayatının en büyük dayağını unutmuştu. Murat‘ı içinde tuttu bir süre. Onun kendiliğinden yumuşamasını bekledi. Bu arada onun dudaklarını, yüzünü, göğsünü öpüyor, kulaklarına onu ne kadar çok sevdiğini ve arzu ettiğini fısıldıyordu..
Murat‘la Kezban artık sık sık görüşmeye başlamışlardı. Kocasından yediği her dayak, maruz kaldığı her hakaret ve aşağılanma Kezban‘da Murat‘la birlikte olmak arzusu uyandırıyordu. Ancak onunla birlikte olunca kocasına karşı duyduğu kötü duygulardan uzaklaşıyor ve onun kollarında kendini mutlu hissediyordu. Murat için ise bunun tam tersi söz konusu idi. Kezban‘ın dayak yediği her gün onun kocasına karşı duyduğu nefret artıyor ve birşeyler yapamamanın verdiği çaresizlik ve düş kırıklığı içinde kendini güçsüz ve impotent hissediyordu. Hayatında hiç bu kadar aciz bir duruma düştüğünü hatırlamıyordu. Kezban‘ın kocasına karşı beslediği nefret bir süre sonra gerçek bir kine dönüşmeye ve Murat‘ın içinde bir tür intikam duygusu uyandırmaya başlamıştı. Artık onun varlığına tahammül edemiyordu. Onun arada bir de olsa Kezban‘a sahip olduğunu düşünmek Murat‘ı deli ediyordu. Onu cezalandırmak istiyordu. Hayır, onu mutlaka cezalandırmalıydı. Evet, onu cezalandıracaktı. Burası kesindi. Ama bunu nasıl yapacaktı? Kezban‘ı o alçak, düşüncesiz, zalim ve gaddar adamın elinden nasıl kurtaracaktı?
Kezban için durum umutsuz görünüyordu. Murat‘a olan aşkı giderek artmış, artık onsuz yapamaz hale gelmişti. Hemen her gece kocası evden ayrıldıktan sonra beraber oluyorlar ve çılgınca sevişiyorlardı. Kezban her seferinde Murat‘a kocasının ne kadar zalim ve gaddar biri oldugunu ve bir gün kendisini öldüreceğinden korktuğunu söylüyordu. Murat‘ın boşanmaları gerektiği teklifini önce kabul etmiş ve kocasını boşamaya karar vermişti. Zaten kendisi de öyle düşünüyordu. Daha sonra ise bunun asla mümkün olamayacağını anlamıştı. Kocası anne ve babası ile durumlarını tartışmış ve Kezban boşanmaya teşebbüs ederse, hepsini öldürmekle tehdit etmişti. Öldürebilirdi de! Kezban‘ın babası son zamanlarda onun adam öldürmeye teşebbüsden dört yıl hapis yattığını öğrenmişti. Daha önce haber almadıkları bu durum için artık yapacakları bir şey yoktu. Kezban‘ın bu adamdan kurtulamasına olanak yoktu. Ama Kezban bunu kabul etmek istemiyordu. Herşeye rağmen ondan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Babası ile bu konuyu uzun uzun tartıştılar. O da Kezban gibi düşünüyordu.. Boşanmak çok zor olacaktı. Dursun‘dan kurtulmanın yolunu başka çarede aramak zorundaydılar. O başka çare ne olabilirdi? Onu kendilerini tehdit ettiği için mahkemeye verebilirlerdi. Ama bunu kanıtlamak çok zor, hatta olanaksızdı. Belki başka bir suç daha işler ve hapse girerdi. Ondan kurtulmak için bir hata yapmasını beklemek kadar zavallı bir duruma düştüklerinin farkına varınca, sorunun üstüne ciddi bir şekilde eğilmeleri gerektiğini anladılar... Kezban artık hemen her gün hırpalanmaya başlamıştı. Dursun ona ağır sözler söylüyor, sürekli öldürmekle tehdit ediyordu. Murat‘tan haberi olsa onu yaşatmazdı.
Bir akşam kocasının bitişikteki dairede oturan komşulardan biri ile kapıda konuşmakta olduğunu gördü ve konuşmaya kulak kabarttı. Komşu kocasına onunla yarın bir konuda konuşacağından ve karısı ile ilgili önemli bir haber vereceğinden bahsediyordu. Şu anda zamanı yoktu. Hemen bir yere gitmesi gerekiyordu. Ondan yarın akşam eve girmeden önce kapısını çalmasını istiyordu.
Kezban için bu çok kötü bir haberdi. Komşu mutlaka kocasına Murat‘tan bahsedecekti. Onu dairelerine girerken görmüş olmalıydı. Kezban durumun vehametini anlamıştı. Yalnız ikisinin değil, belki de ana ve babasının bile hayatı tehlikede idi. Kocası o akşam kahveye gittikten sonra Murat‘a haber vermeliydi. Bu soruna birlikte çok acil bir çözüm yolu bulmalıydılar. Birlikte kaçabilirler miydi? Çocukları ne yapacakdı? Onlarla birlikte kaçabilirler miydi? Murat buna razı olur muydu? Hem sonra apar topar nereye kaçabilirlerdi? Murat işini gücünü, hastalarıni bir anda bırakabilir miydi? Sonunda bıçak kemiğe dayanmıştı. Bir şeyler yapmaları gerekiyordu. Kocası kahveye gitmek üzere evden ayrılır ayrılmaz Murat‘ı aradı... Murat da durumun ciddiyetini anlamıştı. Kocası yarın ilişkilerini öğrenecek ve mutlaka Kezban‘ı ya öldürecek, ya da öldüresiye dövecekti. Bunu önlemeleri için önlerinde yalnız bir gece vardı. Ertesi güne kadar beklemeleri çok geç olmuş olacaktı. O gece ayak üstü küçük bir plan yaptılar. Kezban kapıyı kilitlemeyecekti. Murat gece yarısından sonra daireye girecek ve Dursun‘u öldürecekti. Daha sonra olaya, sonu cinayetle biten bir hırsızlık süsü vereceklerdi. Şu anda bu düşünceler onlara son derece mantıklı geliyordu. Bir köşeye sıkıştırılmışlardı. Başka yapacakları hiç bir şey yoktu. Bir yere kaçamazlardı. Komşu ile konuşup, onu ikna etmeyi düşündüler. Bu şimdilik mümkün bile olsa adam belki de ilerde fikrini değiştirecekti. Komşu Dursun‘un ne kadar kötü bir insan olduğunu bilmiyordu ve kendi aklı sıra bir kocaya yardım ediyordu. Onun karısını öldürebileceğini tahmin edemezdi. Murat da hayatının tehlikede olduğunu anlamıştı. Bu yüzden Dursun‘dan kesin olarak kurtulmak için onu öldürmeye razı olmuştu.
Soğuk ve karanlık bir gece idi. Hızla hareket eden bulutlardan kurtulmaya çalışan yarım ay, arada bir yüzünü gösteriyordu ama, gecenin zifiri karanlığına yeterince ışık tutamıyordu. Kezban ve kocası yatak odasına çekilmişlerdi. Kezban tabii ki uyumuyor, yatağın bir kenarına büzülmüş, Murat‘ın gelmesini bekliyordu. Kocası ise çoktan, her zaman yaptığı gibi, yüksek sesle horlayarak, derin bir uykuya dalmıştı. Sırt üstü uyurken daha da gürültülü horlardı.
Birden hafif bir çıtırdı duydu Kezban. Kapı açılmıştı. Murat geldi dedi kendi kendine ve sessizce yataktan inerek Murat‘ı karşılamaya çıktı. Kapıda Murat‘ın iri gölgesi ile karşılaştı. Yandaki pencereden odaya girmeye çalışan donuk ay ışığında, elinde tuttuğu uzun ve iri kasap bıçağı ile Murat, hayalet gibi dehşet verici bir manzara oluşturuyordu.... Ama kendisinin korkması için bir neden yoktu. Kocasının ise korkacak hali yoktu. Horultular içinde çoktan derin bir uykuya dalmıştı. Murat ona işaret parmağı ile sus işareti yaptı ve köşedeki koltuğu göstererek, oraya oturmasını istedi. Kezban koltuğa ilişti ve bacaklarını altına topladı. Kollarını göğsü üzerinde kavuşturmuş, heyecan ve korkudan tiril tiril titriyordu. Artık yapabileceği hiç bir şey yoktu. Kocası ile böyle bir sona ulaştıkları için çok üzgündü. Ama başka ne yapabilirlerdi? Bu bir tür meşru müdafa hakkını kullanmak değil miydi. Onlar kocasını öldürmese, kocası onları öldürecekti.
Murat elindeki bıçakla yatak odasına doğru ilerledi ve açık kapıdan sessizce geçerek, içeri girdi. Bir kaç saniye sonra tok bir ses işitildi. Kocasından ise ne bir ses çıktı, ne de bir soluk. Son nefesini sessizce ve gıkı çıkmadan vermişti. Keskin, iri, sivri uçlu kasap bıçağı göğüs kemiğinden göğsüne penetre olmuş, kalbini ve akciğerlerini parçalayarak, içten omur kemiklerine dayanmıştı. Kocasının acı çekmeden, aniden öldüğü kesindi. Gözleri açık gitmişti, Dursun’un. Kendisini öldüreni son anda görmüş olmalıydı.
Polis sabaha karşı çağrıldığı dairede Kezban‘ı bir koltuğa sığınmış, bacaklarını altına toplayıp, karnına doğru çekmiş, titrer bir vaziyette bulmuştu. Yatak odasında kocası göğsüne saplanan iri bir kasap bıçağı ile öldürülmüştü. Kocasının sonunu tek bir bıçak darbesi vurgulamıştı. Sivri uçlu keskin kasap bıçağı bir hamlede, büyük bir hız ve güçle göğsüne saplanmıştı. Bu cinayeti işleyenin, maktüle karşı büyük bir nefret ve düşmanlık hissi duyduğu belli oluyordu. Onu uyurken bir darbede öldürmüş ve bıçağı sapladığı yerden çıkarmak zahmetine bile katlanmamıştı. Kezban davası bir hafta sürdü. Dr. Murat bulunamadı. Apartmanda bir doktorun yaşamadığı anlaşıldı. Kezban çocuksuzdu. Kıskanç kocası tarafından yıllarca küçük bir dairede yaşamaya zorlanmıştı. Her akşam bir işten çıkıp, alel acele diğerene koşan kocası Dursun‘la Kezban‘ın hemen hiç bir sosyal yaşantıları yoktu. Polis evde yaptığı aramada çekmecelerden birinde özenle tutulmuş bir hatıra defteri ve mektuplar bulmuştu. Murat‘a yazılan ve Murat‘ın yanıtladığı aşk mektuplarını, Kezban‘ın Murat‘la yaptığı konuşmalarını ve seksüel fantazilerini okumak hepsinin gözlerini yaşartmıştı. Kezban kocası tarafından ihmal edildiği ve aşırı bir baskı altında tutulduğu için, sonunda gerçekle düş arasındaki ince ve müphem sınırı aşmış, hayalinde oluşturduğu Murat‘a kocasını öldürtmüştü. Kocasını kendisinin öldürdüğünü asla kabul etmedi, Kezban. Mahkeme, sosyal ilişki yokluğuna bağlı akli denge bozukluğunu dikkate alarak, Kezban‘ın beraatine ve bir akıl hastahanesinde tedavi edilmesine karar vermişti.
hikayeler okunmak için yazılır,sonuna kadar okuduğumu söylemek için yazdım.doktorun böyle basit bir cinayet işlemesi yadırgatıcıydı.sonundamesele anlaşıldı.{bu kadınlardan çok var]
Posted by: nazi | February 15, 2005 at 12:58 PM