Kıyamet ve ölümsüzlük……
Çirkin ve güzel….
Siyah ve beyaz..
Ateş ve buz……
Son ve sonsuzluk…..
Ne ilginç…… İç içe, el ele, kucak kucağa…
Biyoteknoloji bunların katalizörü..
İslam bunların kurbanı……
Biyoteknoloji, teknolojinin biyolojiye uygulanmasıdır. Biyoloji çok geniş bir bilim dalıdır ve her türlü canlı varlıkla ilgilenir. Tıp aslında tek başına bir bilim dalı değildir. Biyolojinin bir koludur ve biyoloji gibi, diğer bütün bilimlerden yararlanır. Biyoloji insan dışı canlıların, tıp ise insanların nasıl çoğaldıklarını, büyüyüp geliştiklerini, yaşam döngülerini, cinsiyetlerini, yaşayış şekillerini, ömürlerini ve onlarla ilgili hemen her konuyu yakından inceler.
Teknolojik gelişmelerin tümü insanlığa hizmeti amaçlar. Görünüşe göre insana yararlıdır. Ama bu yarar koşulsuz değildir. Teknolojinin insanlığa yararı sınırlıdır. Teknoloji bazı ülkelere diğerlerinden daha çok yararlıdır. Örneğin uçak teknolojisini ele alalım. Kim daha iyi savaş uçağı imal ederse, savaşı o kazanacaktır. Günümüzde havadan bombalayarak bir ülkeyi ortadan kaldırmak mümkündür. Teknoloji o kadar ilerlemiştir. Sırplar’a Kosava’da verilen ders ve Irak’ın iki defa uğradığı hezimet, Taliban’ın havadan yapılan saldırılara bir ay bile dayanamaması, hava üstünlüğünün önemini açıkca göstermektedir.
İlerde tarih bu örnekler için ilkel teknolojik gelişmeler terimini kullanacaktır. Çünkü ülkeleri birkaç nötron bombası ile, geride radyoaktivite bile bırakmadan, bir anda ortadan kaldırmak mümkün olabilecektir. Hatta bu günümüzde bile mümkündür…. Teknolojik olarak geri ülkeler, halkları belli bir uygarlık ve teknolojik düzeye ulaşamamış çoğu Müslüman fakir ülkeler, bu kategoriye dahildirler. Dünya hızla değişmektedir. Teknoloji geometrik bir hızla ilerlemektedir. Bir süre sonra öyle bir devirden geçilecektir ki, bu hıza ayak uyduramayan ülkelerin elinden yaşama hakları alınabilecektir. Yaşam bir hak olmaktan çıkacak, ayrıcalık olacaktır. O zaman hızla yaklaşmaktadır. Bu gerçekleri yadsımaya olanak yoktur.
Teknolojiye geri dönelim ve gelişmeleri yakından inceleyelim… Şu ana kadar önce teknolojinin, sonra onun bir dalı olan biyoteknolojinin insanlığa kazandırdıklarına bir göz atalım.
Teknoloji sayesinde dünya 21’nci yüzyılda informasyon çağına girmiştir. Bilgi artımı inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Her yedi yılda bir mevcut bilgi iki ile katlanmaktadır. Son zamanlarda hiç google taraması yaptınız mı bilmiyorum. Günümüzde bilgi enflasyonu vardır. Her hangi bir konuda karşınıza o kadar çok bilgi çıkmaktadır ki, onlardan yararlanmak ayrı bir bilgi birikimini gerektirmektedir. Bilgili olanların dışındakilerin mevcut bilgilerden yararlanması nerdeyse olanaksızdır.
Teknoloji sayesinde yapılan ilerlemeleri sıralamaya gerek olduğunu sanmıyorum. Yalnız yaşamın değil, evrenin ortaya çıkış mekanizmasının bile gizeminin çözülmeye başlandığı bir zamanda yaşıyoruz. Teknolojinin insanlığın yararına değil, zararına kullanıldığının sayısız örnekleri olduğunu biliyoruz. Atom ve Hidrojen bombaları bunların sadece ikisidir. Teknoloji sayesinde kütle imha silahları yapmak ve onları başarılı bir şekilde kullanmak bir sorun oluşturmamaktadır.
Aynı şeyleri biyoteknolojik ilerlemeler için de ileri sürebilirim. Bu bağlamda biyoteknoloji insanlığa, diğer teknolojik ilerlemelerden daha yararlı veya daha az zararlı değildir. Biyoteknoloji bir yandan bulduğu yöntemlerle insanlara daha çok süt veren inekler, organ transplantasyonu için kullanılacak domuzlar, iri ve kıpkırmızı domatesler, ilaçlar, protezler, yapay kalp makineleri, böbrekler, iri ve besili piliçler kazandırmışsa da, bütün insanlığı yok edebilecek bakteri ve virusların sentezini de kolaylaştırmıştır. Bu bilgilerle donanan sapkın bir diktatör, hatta kendi özel laboratuvarında araştırma yapmakta olan çılgın bir bilim adamı, dünyanın diğer ülkeleri için ciddi bir tehlike oluşturabilmektedir. Biyoteknolojik ilerlemelerin hepsi insanlığa yararlı, masum ve istenilir etkinlikler değillerdir. Biyoteknoloji içinde ayrıca uyumakta olan ve giderek uyanmaya başlayan bir canavarı barındırmaktadır.
Bu korkunç canavara birkaç yüz yıl sonra, hatta belki daha da önce, dünyayı bir felakete sürükleyebilecektir. İnsanlık bu canavarı keşfetmek üzeredir. Bu canavar ölümsüzlüktür. Ya çok uzun yaşamaktır...
Bilim ölümsüzlük konusunda yoğun araştırmalar yapmaktadır. Ölümsüzlük henüz bulunamamıştır ama, mevcut ilerlemeler yakın bir zamanda bulunabileceğine işaret etmektedir. Bilim ölümsüzlüğü bulmadan önce çeşitli evrelerden geçecektir. Bu süreç başlamıştır. Günümüzde çeşitli genetik olan ve olmayan müdahalelerle laboratuvar hayvanlarının ömrü uzatılmaya çalışılmaktadır. Genetik olmayan manüplasyonlarla farelerin ömrü iki ile katlanmıştır. Sıra genetik manüplasyonlara gelmiştir. İnsan kök hücre deneyleri ve insan genomunun ayrıntıları, insanların doğal ömrünün ne kadar uzun olduğunu kesin olarak ortaya koyabilecek çalışmalardır. Bu çalışmaları ilerde insan genomuna müdahale eden diğerleri izleyecek ve insan ömrü uzatılacaktır.
İnsanlar öteden beri ölümden nefret etmektedirler. Firavunlardan tutun, Çin imparatorlarına, Osmanlı padişahlarından çeşitli diktatörlere kadar dünyada sayısız lider ölmemek için ellerinden gelen ne varsa yapmışlardır. Onların hepsi ölmüşlerdir. Bizler de ölümü tadacak ve ölümsüzlüğü göremeyeceğiz. Uzun yaşama bile bizim için bir ütopi olmaktan öteye gidemeyecektir. Ama bir gün gelecek, ölümsüzlük veya çok uzun yaşamak gerçekleşecektir.
İslam’ın şiddetle reddettiği evrim kuramı artık moleküler düzeyde tartışılmaktadır. İnsanın genlerini yakından inceleyerek ömrünün ne kadar olacağını saptamak bulunmak üzeredir. Bu konuda bazı gelişmeler vardır. Bu öylesine önemli bir konudur ki, bir süre sonra şeffaflığını yitirecektir. Hatta belki de yitirmek üzeredir. Biyoteknolojik ilerlemeler önce insan ömrünü 150-200 yıla çıkaracaktır. Ardından bu ömür hızla uzayacak ve önce yüzlerce yıla, sonra binlerce yıla ulaşacaktır. Ölümsüzlük bulunmasa bile bu başarı insanlığın geleceği için son derece tehlikeli bir gelişmedir.
Önümüzdeki bin yıl içinde dünyaya şeklini verecek olan sosyo-politiko-ekonomik gelişmeler daha çok teknolojik ilerlemelerden etkilenecektir. Dinler bir tür metamorfoza uğrayarak kendilerini yeniden yapılandırmaya çalışırlarken, iklim ılımanlaşacak, kutuplar eriyecek, insan nüfusu artacak ve sosyal yapıda büyük değişiklikler olacaktır. Önlemler alınmazsa, bundan 500 yıl sonra dünya nufusu 500 milyarı aşacaktır.
Bu arada Ay ve Mars kolonileri kurulacak ve insanların bir kısmı oralarda yaşamaya başlayacaklardır. Dünyada mevcut kaynaklar bu nüfus için yeterli değildir. Petrol çoktan bitmiş ve kömür reservleri çok azalmış olacak, stratejik önemi olan diğer madenler tükenmeye başlayacaklardır. Teknoloji bütün bu sorunlara çözümler getirecektir. Ama o zaman teknolojinin zararlı etkileri de egzajere edilecek ve dünya daha iyi bir mekan değil, öncekinden çok daha sefil bir yer olacaktır.
Kısaca açıklamaya çalıştığım senaryoya göre dünyanın diğer gezegenlerden gelecek ham maddelere olan gereksinimi artacaktır. İklim Myosen çağında olduğu gibi, sıcak ve rutubetli olacak, deniz seviyesi en azından 50 metre yükselecektir. Bütün bu gelişmeler insan ömrünün uzamaya başladığı ve ölümsüzlüğün bulunduğu bir zamana rastlayacaktır.
Dünya ikliminde olan değişiklik, nüfus patlaması, kaynakların tükenmeye başlaması ve teknolojik ilerleme, ölümsüzlüğün bulunması ile bir araya gelince ortaya çıkacak patlayıcı karışım, dünyayı korkunç bir felaket sürükleyebilecektir........
ölümsüzlük isteği bana her zaman çok saçma gelmiştir, bana göre ölümden çok daha kötü bişeydir ölümsüzlük. bilincin ölmeye ihtiyaçı vardır, neyse açıkçası ben insanın ölümsüzlüğüde bulucağını sanmıyorum, insan nesli bana göre sanınılan kadar zeki değil, ayrıca ölümsüzlük insanın doğal seleksiyonunu ve evrimi durdurup yıkıcı nedenlere yol açabilir. ben duyarlı bilim adamlarının birgün ölümsüzlüğü keşfetseler bile bunu kendi bedenlerinde dahi kullanmıycaklarını düşünüyorum, onlarda bunun iyi bişey olmadığını anlayacaklardır. son söz olarak ölüm yaşamın anahtarıdır.
Posted by: hakan | December 07, 2009 at 06:44 PM