Yıldızların ışığının sönmesi ile birlikte gök de yarılmaya başlamış ve dağlar parça parça olarak etrafa savrulmuşlardı. Gölgeler kaybolmuştu. Günler geceleri izlemiyordu artık. Birbirlerine çarparak parçalanan yıldızlarla beraber geceler de yok olmuştu. Güneşle ay bir araya gelmişti.
Rüzgarlar kesilmiş, büyük göller ve denizler durulmuştu. Büyük okyanuslar bile dalgasızdı. Bütün dünya derin bir sessizliğe bürünmüştü. Çalilar, çirpilar kıpırdamıyor, ağaçlarda dallar hareket etmiyor, yapraklar hışırdamıyordu.
Hayvanlar alemi de derin bir sessizliği gömülmüştü. Kuşlar ötmüyor, cıvıldamıyor, kurtlar ulumuyor ve köpekler havlamıyordu. Olmadık yerlerde olmadık hayvanlar türemişti.
Bir süre önce Dabbat-ül- arz yerden çikmis ve insanlarla konuşmaya başlamıştı. Şehirlerin merkezlerinde aslan, kaplan, ayı ve diğer yırtıcı ve vahşi etobur hayvanlar küçük gruplar oluşturuyor, onlara eşlik eden geyik, ceylan, inek, koyun ve keçilerle birlikte omuz omuza dolaşiyorlardı.
Nesilleri çoktan tükenmiş bir takım garip hayvanlar peyda olmuştu. Dinozorlar geniş sürüler halinde nehir boylarında ve sahillerde ilerliyor, sonra ovalara yönelip, kalın sis tabakaları içinde kaybolup gidiyorlardı.
Nehirler ters akıyordu! Balıklar başlarını sudan çikarmis, etrafı izliyor, bir çogu kıyılarda ve nehir kenarlarında kuyrukları üzerinde dikiliyor ve yüzgeçleri üzerinde yürüyorlardı. Sudan çikmaktan rahatsız olmuş görünmüyorlardı. Büyük balıklara, yunus ve balinalara okyanusların yanı sıra, nehir yataklarında, büyük göl ve geniş su birikintilerinde de rastlanmaya başlanmıştı.
İnsanlar ortalıkta görünmüyorlardı. Herkes evine, barkına çekilmis, evsiz olanlar boş bina ve mağaralarda bir araya gelmişlerdi. Cadde ve sokaklar boştu. Hiç bir araç hareket etmiyordu. Uçaklar hava alanlarında hangarlara çekilmis, gemiler limanlarda ve açıklarda demirlemiş, trenler gar ve istasyonlarda uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Ne olduğunu ve daha nelerin olacağını henüz tam olarak idrak edememelerine rağmen insanlar, paniğe kapılmıyorlardı. Radyo ve televizyon istasyonları yayınlarını kesmişlerdi. Telefonlar ve diğer haberleşme araçları çalismiyordu. İnsanlar birbirleri ile konuşamıyorlardı. Kimseden ses seda çikmiyordu. Herkes bir köşeye çekilmis huşu içinde dua ediyordu. Dua ettiklerini gösteren tek belirti dudaklarının kıpırdamasıydı. Kimse acıkmıyor, susamıyor ve tuvalet gereksinimi duymuyordu. Bebekler ağlamıyor, çocuklar oyuncakları ile oynamadan sessizce bir kenarda oturuyor, kan ter içinde yüzen kadın ve erkekler korku dolu endişeli gözlerle etrafa ve birbirlerine bakıyorlar, bakışları ile etrafa dehşet saçıyorlardı. Cami, kilise, sinagog ve diğer mabed yerleri derin bir sessizliğe gömülmüştü. Ezan okunmuyor, kilise çanlari çalmiyor, gonglar Budist mabetlerini çinlatmiyordu. Bütün ibadet yerleri boştu. Hoca, imam, müezzin, papaz, haham ve budist rahipler ortadan kaybolmuşlardı. Papalıktan haber alınmıyordu.
Bu olağanüstü durum altı gün sürdü. Bu süre içinde insanlar ve hayvanlar arasında doğan ve ölen olmadı. Ağaçlar tomurcuklanmadı, çimenler uzamadı. Hamile kadınlar ve dişi hayvanlar zamanları geldiği halde, doğurmadı.
Yedinci gün güneş kararmaya başladı.
İsrafil, sur-u İsrafil’in ilkini çaldi.
Bütün evrende yaşam sona ermek üzereydi. Azrail yeryüzüne inmiş, yaşayanların canını almaya başlamıştı. Kimse ölenlerin ardından ağlamıyordu. Anneler, bebek ve çocuklarini azraile bizzat teslim ediyorlar, kendi başlarına gelecek sonu sabır ve metanet içinde bekliyorlardı.
Gün doğusundan, gün batısına kadar bütün gökyüzü önce sarı, sonra pembe, eflatun, mor ve kızıl bir renge büründü. Bu zemin üzeride beliren irili ufaklı, zifiri karanlık kara bulutlar, rüzgarsız havada büyük hızlarla hareket ediyorlardı. Arada bir şimşekler çakiyor ve yıldırımlar düşüyordu ama, hala ses çikmiyordu.
Aniden, kızıl gökyüzünde kanatlı melekler belirdi. Geniş, beyaz kanatlarını çirpmadan havada uçuyorlardı.
İsrafil, boruyu ikinci kere çaldi.
Bunu önce hafif bir mırıltı izledi. Bu mırıltı yayılmaya ve giderek gürleşmeye başladı. Bir süre sonra yerini derin bir uğultuya terketti. Sanki binlerce, yüzbinlerce, hatta milyonlarca insan hep bir ağızdan mırıldanıyor, konuşmaya ve birşeyler söylemeye çalisiyorlardi. Ne denildiği anlaşilmıyordu. İnsanlar dirilmeye, yerin dibinden yeryüzüne çikmaya başlamışlardı. Önce eller toprağı yarıp yeryüzüne ulaşiyor, onu baş ve vücut izliyordu. Topraktan bitiyordu, insanlar. Yalnız mezarlıklardan değil, yerin hemen her arşinından çikan bu insanlar, hep bereber mırıldana, homurdana, söylene, bir yöne doğru ilerliyorlardı. Aralarında bebekler, çocuklar, her yaşta kadınlar ve erkekler vardı.
Bir süre sonra yeryüzü ezan sesleri ile inlemeye başladı. Yalnız cami ve mescitlerden, Müslüman konutlarından değil, aynı zamanda kilise, sinagog ve mabetlerden de ezan sesleri yükselmeye başlamıştı. Artık kilise çanlari çalmiyor, budist mabetlerinde gonga vurulmuyordu. Bütün insanlık hep bir ağızdan ezan okuyordu. Aralarında putataparların, ateistlerin, Yahudi, Hristiyan, Müslüman ve Budistlerin de olduğu, çogu bugün için ölümden diriltilmiş milyarlarca insan, hep bir ağızdan topluca Allah-ü ekber çekerek, hesap verecekleri merciye doğru ağır adımlarla ilerliyorlardı.
Mahşer günü gelmişti……..
teşekkürler paylaşım için
Posted by: veri kurtarma | December 19, 2012 at 04:07 AM