ANTROPOSENTRİK OLMAK NE DEMEKTİR?
Antroposentrik olmak demek, insan odaklı olmak demektir. İnsan odaklı olmak, evrene insan gözü ile bakmak demek değildir. İnsanın kendini evrenin ortasında yer alan anahtar bir yaratık olarak görmesi ve bütün evrenin kendine göre tasarımlanmış ve dizayn edilmiş olduğuna inanması demektir. Antropik ilke kaynağını antroposentrik görüşten almıştır. İnsan olarak antroposentrisizmden kurtulmamız imkansız denecek kadar güçtür. Herşeyden önce insan olmakla ilgili egomuz buna izin vermez. Bu dünyada ve evrende mevcut her şeyin insanlar ve insanlık için var olduğuna kendimizi o kadar çok inandırmışızdır ki, bu ayrıcalığı başka hiç bir canlı türü ile paylaşmayı aklımızdan geçirmeyiz. Hümanistik değerleri diğer bütün insansal değerlerden üstün tutar ve bu tutumumuzla iftihar ederiz. Son yıllara kadar, bilimsel alanda bile, kendimizi diğer canlılardan soyutlamayı ve ayrı bir hayvan türü olarak incelemeyi yeğlemişizdir. Bunun yanlış olduğunu ancak son yıllarda idrak edebilmişizdir. Yine de hemen her olguyu insan odaklı olma bakış açısından değerlendirmeye devam etmekteyiz.
Antroposentriklik çevre kirliliği gibi bir kirliliktir. Bu kirlilik sanıldığından çok daha yaygındır. Sosyal olabildiği gibi, bilimsel de olabilir ve olguları değerlendirmede aşilması son derece güç bir engel olarak karşimıza çikabilir. Antroposentriklik ilginç bir önyargidir. Doğal olarak kazanılan insan yaşama içgüdüsünün bilinçsel düzeye yansımasından başka bir şey olmayan narsistik bir duygudur. Kısaca belirtecek olursak, kendine hayran olmak ve kendini diğer yaratıklardan üstün görmektir.
İnsan yaşamının her kesiminde bu megalomanyak insansal eğiliminin iğrenç yüzü ile karşilaşmak mümkündür. Bilimde, sanatta, sosyal yaşamda ve diğerlerinde... Antroposentrisizm her türlü insansal niteliklerin hayvansal niteliklerden soyutlandığı bir görüş tarzıdır. İnsana ait ve kendinden menkul olan üstün değerler dizisidir. Antroposentrisizmi ondördüncü yüzyılda İtalya’da ortaya çikan hümanizma ile yakından ilgili bir eğilim, hatta onun devamı olarak düşünebiliriz.
Hümanizma nedir?
Hümanizmayi yakından araştıranların ilk karşilaştığı manzara onun, oldukca muğlak ve geniş tabanlı bir eğilim olduğudur. Çesitli inanç, görüş, yöntem ve felsefe, ortak paydası insanlık olan bir merkez etrafında bir araya getirilmeye çalisilmistir. İnsanın çesitli nitelikleri ile ilgili olmasına rağmen hümanizma, temel olarak, 14’üncü yüzyılda İtalya’da ortaya çikan bir eğitim sistemi ve araştırma yöntemi olarak başlayan bir disiplindir. Zamanla bütün Avrupa’ya yayılmış ve yüzlerce yıl entellektüel zümrenin dominan felsefi gücü olarak varlığını sürdürmüştür. Temel olarak hümanizma insanı yücelten bir eğilimdir ve başlangıcına Rönesans Hümanizması de denir. Yine de hümanizmanın esas başlangıcının çok daha eskilere, Yunan ve Roma dönemlerine, Plato, Çiçero ve Livy’ye kadar dayandığı bilinmektedir.
Hümanizma Avrupa’da çagdas düşüncenin ortaya çikmasi için gerekli koşulları oluşturmuş ve edebiyat, felsefe, sanat, din, sosyal bilimler ve hatta doğal bilimleri besleyen bir eğilim olarak temayüz etmiştir. Batının, başlangıcı hümanizmaya dayanan bu müthiş ilerlemelerini ihmal etmeye olanak yoktur. Günümüzde kullandığımız ve varlıklarından haberdar olduğumuz, özgürlük, bağımlılık, üstün, zayıf, dominan veya kusurlu ırk, ilkel veya ileri uygarlık gibi iyi, kötü ve tartışmalı terimler ve kavramların kökeninde hümanizma vardır. Hümanizma zayıf ve çeliskili taraflarının olmasına rağmen çagimizin dominan düşünce ve felsefesine son şeklini vermiştir. Ama bu şekil her an değişmektedir. Çagimizin düşünce sistemi ve felsefesi eskiye oranla çok daha akılcıdır. Değer yargıları hızla değişmektedir. Varoluşculuk felsefesinin ortaya çikmasini izleyen dönemde, Avrupa’da temel düşünce ve felsefenin bel kemiğini oluşturan hümanizma, geçen yüzyılda şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Varoluşculuk bazında insanı insan yapan değerler yeniden incelenmiş ve insanı yücelten hümanizmaya karşi bir direniş başlamıştır.
İnsanı insan yapan değerler nelerdir? İnsanın özü her zaman iyi ve güzel midir? İnsan her zaman rasyonel, anlayışlı, mantıklı bir varlık mıdır? İnsan sorunlardan yoksun mudur? İdeal bir karaktere mi sahiptir?
İnsana atfedilen bu üstünlük, bu yüce ve ulu eğilimin onun gerçek doğasını yansıtmadığı ilk defa Kierkegaard tarafından dile getirilmiştir. Bazı insansal eğilimlerde, örnegin ağrı, neşe ve sevinçte, üzüntü ve endişede, umut ve umutsuzlukta, sağduyu ve sezgide mantik olmayabilir ve onlar rasyonel bir şekilde açıklanamaz. İnsanın yapısında bütün rasyonel, olumlu ve iyimser hayalleri yok eden güçler vardır. Bunları anlamadan insanı anlamak mümkün değildir. Rasyonalite insan doğasının ögelerinden biridir. Ancak, çogu kere insan rasyonel değildir. Hümanistik yaklaşim insanın kusurlu bir varlık olduğu ve birçok yönden hayvanlardan farklı olmadığı gerçeğini ihmal eder. Bu nedenden dolayı insanın büyük manzarayı görmesini önler, onun doğadaki yerini doğru olarak saptayamaz ve yalnız kendini değil, dünyada mevcut tüm eko sistemlerini felakete maruz bırakır.
Recent Comments