İnsanın çeşitli sıfatları arasında inançlı olması da vardır. İnsan inançlı hayvandır. İnanır. Ana ve babasına inanır. Kardeşlerine, arkadaşlarına, akrabalarına, bildik ve tanıdıklarına, büyüklerine ve hocalarına inanır. İnanmalıdır. İnanmayan insanlar bir toplum oluşturamazlar. İnsanlar birbirlerine, Allah ve din gibi, bazı ortak değerlere inanmak zorundadırlar.
Bu inançların tümü aynı derecede önemli değildir. İnsanlar onlardan bazılarına daha çok inanarak bağlanırlar. Örneğin ana ve babasına, din ve Allah’a ve hocalarına, kardeşlerinden, arkadaş ve büyüklerinden daha çok inanır ve güvenirler. Vicdanlarında gelişmekte olan değerlere de daha güçlü tutunma eğilimi gösterirler. İnançlar göreli değerlerdir. Onların dolduramadığı boşluğu “şüphe” doldurur. Ne kadar çok inanırsa insan, içinde o kadar az şüphe vardır. Ne kadar az inanırsa içindeki şüphe o kadar çoktur.
Görüldüğü üzere, şüphe de, inanç gibi ve her zaman onunla birlikte var olan, göreli bir kavramdır. İnanç yelpazesinin bir ucunda herşeyi reddetmek (total inkâr), diğer ucunda ise herşeyi kabul etmek (total teslimiyet) yer alır. Şüphenin aşırı uçlarını da, kabul ve reddetmek olmak üzere, yine aynı fiiller oluşturur ama, ilişkiler zıttır!
Şüphenin olmadığı durum teslimiyetdir ki bu, inancın en kuvvetli olduğu durumdur. Aşırı şüphe ise inkâr etmek, reddetmek terimi ile tanımlanır ki, inançtan tümüyle yoksunluktur. Bu iki aşırı durumun da sağlıklı olduğu söylenemez. Çoğu kere bunlar akılözürlüğüne işaret ederler. Her insanın kendi kapasitesine göre inançlı olma yeteneği vardır. Büyük bir olasalıkla bunu, aldığı eğitimle birlikte, kendi iç dünyası ve vicdanı ile ilgili nitelikler saptar. Bazıları aynı şeylere az inanır, diğerleri ise, çok.... Din ve Allah kavramları bu konuda bir istisna oluşturmazlar. Sonunda toplum içinde bir denge oluşur. Az ve çok inananlarla, iki aşırı uç arasında olanların karışımı topluma, bazı sosyal olguların manifestasyonu sırasında izleyeceği bir patika ve oldukca spesifik bir kimlik kazandırır. Toplumlar genel olarak bu kimlik muvacehesinde davranırlar. Toplumlar bu yol üzerinde ilerler. O yol toplumları bazen başarıya götürür, bazan felakete... Maya'larda ve Arap'larda olduğu gibi;
İnsan kurban etmek geleneği bir gün Maya medeniyetinin sonunu vurgularken, çölde bir kum fırtınası gibi aniden ortaya çıkan İslam, barbar Arap'ları bir dünya gücü olarak ileriye itmiştir. Bu felaket ve olağanüstü başarının nedeni, her iki toplumun inançlarına dayanan ortak değer yargıları ile ilgili sosyal süreçlerdir.
Maya'lar, insan kurban etmeye devam edemeyecek kadar inançlarından uzaklaşmışlar ve bir gün aniden, sahip oldukları her şeylerini terkederek, ormana kaçarak yok olmuşlardır. Dünyada kendi oluşturdukları üstün bir medeniyeti böylesine ani bir toplu hareketle sona erdiren bir toplum örneği daha yoktur. Muhtemelen bir gün inançlarındaki sapkınlığı ve aşırılığı farketmişlerdir ama, onlarsız bir toplum olarak varlıklarını sürdüremeyeceklerini de anladıklarından, çareyi çözülmekte ve yok olmakta bularak, dağılıp, gitmişlerdir. Mayalar için ortak payda insan kurban etmek idi. Bu aşırı inanç sonunda bir anda kendi üstüne çökerek yok olmuş ve ileri bir medeniyeti de beraberinde sürüklemiştir.
İslam''n doğuşu da, bu yok olma gibi, aniden gerçekleşmiştir. Tabii İslam'daki sosyal olgular Maya medeniyetinde gözlemlenenlerin tam tersi olarak tecelli etmiştir. Önce İslam'in çekirdeği atılmış ve bu şüphe ile karşılanmıştır. Daha sonra inananların sayısı giderek artarken, kuşkuda olanların sayısı azalmaya başlamış, tohum tutmuş ve çekirdek filizlenmiştir. İslam'ın ilk dönemlerinde O'na inananların inanç gücü, şüpheye yer vermeyecek kadar katı ve kesin olmuş olmalıdır. Büyük bir güçle yerinden doğrulan İslam, hızla etrafa yayılmış ve bir süre sonra daha ılımlı ve dengeli bir tutuma bürünmüştür. İslam dininin daha başlangıç dönemlerinde yok olmasını önleyen ve ilerde karşılaştığı bazı felaketlerden kurtaracak olan işte bu ılımlı ve hoşgörülü tutumdur. Bu tutum için "şüpheci olmak" terimi de kullanılabilir.
Şüphenin yararına rağmen dinsel aşırılığın varlığına şaşmamak gerekir. Hatta bu eğilime hak bile verelibilir. Bazılari eğer Allah'ın varlığına gerçekten tam bir içtenlikle inanıyorlarsa, onların aşırı dinsel eylemlerini inançları ile uyumlu bulmamak için bir neden olmamalıdır. Çünkü evrendeki herşeyi yaratan ve denetleyen Allah'ın fizik veya ruh olarak mevcudiyetine bütün varlığı ile inanmak, müthiş bir olaydır. Bu o kadar müthiş bir olaydır ki, dünyadaki yaşamın anlamı birden değişmekte ve son derece üstün ve ilahi boyutlara ulaşmaktadır. İslam dinine ve Allah'ın varlığına bütün kalbi ile inanan bir insan her türlü fedakarlığı,
cömertliği, çılgınlığı, kahramanlığı çekinmeden yapabilmelidir. Allah adına kendini feda eden insanlar vardır. Ama nedense bütün inanırlar aynı derecede yüksek ve katı inançlara sahip değillerdir. Fanatikliğin bir sınırı ve derecesi vardır. Çünkü inançların bir siniri vardır. Bu durum açıkca gösteriyor ki, inananların çoğunun içinde, kendine göre, az çok, bir şüphe vardır. Küçücük de olsa, azıcık da olsa, insanların çoğunun bilincinin hemen altında, öte dünyaya inanmak isteyen ama inanamayan, yaşamak isteyen ve ondan zevk alan bir içgüdü vardır. Bu istekleri ve yaşama içgüdüsünü küçümsememek ve aşağılamamak gerekir. Çünkü onların sayesinde insan ruhu dengelenmekte ve insan daha aklı başında, rasyonel, mantıklı, ılıman ve pregmatik bir inanır olmaktadır.
Bu hemen herşeyde böyledir. Politikada, insanlar arasındakı ilişkilerde, çeşitli sosyal olgularda, herşeyde....... Biraz kuşku ve yaşama zevk ve içgüdüsü insanı daha sağlıklı düşünmeye sevk ettiği gibi, karşı görüşleri anlamaya ve onları tolere etmeye de yardım eder. İnsanları hoşgörü sahibi yapar. Çoğu kere insan bu müphem kuşkularının farkında bile değildir. Şüpheler bilinç altında kalma eğilimi gösterirler ve ancak arada bir yüzeye taşarlar. Örneğin, dinini bir gün bile ihmal etmeyen, Allah'ı her gün, her an düşünen bir ananın çocuğu hastalanıp ölürse, ana, kısa bir an için bile olsa ve arkasından hemen kendini toparlasa da, Allah'a isyan edebilmekte, Allah'ım bana bunu neden layık gördün diyerek, çok deger verdiği Allah'in kararlarını sorgulayabilmektedir. Bu ananın hıçkırıkları acı, keder ve umutsuzluk ifadeleridir ve içindeki kuşkuların dışarı yansımasından başka bir şey değildir.
Çoğumuz kabul etmeyiz belki ama şüphe, yaşama içgüdümüzle birlikte, bizleri gerçekten daha iyi bir inanır ve üstün bir insan yapacak olan insansal niteliklerimizden biridir.
Comments
You can follow this conversation by subscribing to the comment feed for this post.