Bütün bu gelişmeler İslam efsanesinin Mekke ve Medine şehirlerinde Muhammed ile başladığını ve Kur’an’ın Muhammed’e vahyolduğu iddia edilen bir zamana rastlamaktadır. Ama bilimsel İslam tarihinde henüz ne Mekke’nin adı geçmektedir, ne de Medine'nin ve Muhammed’in. Ortalıklarda sözde Muhammed’in kurduğu bir devlet ve İslam dini yoktur. Kur’an yoktur. Bizans bu İslam devleti hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildir. Muhammed'in kurduğu bir İslam devletinden Bizans'ın haberdar olmaması mümkün değildir. Yöre toplumlarının bütün sorunları ile ilgilenen Bizans nasıl olurda bu kadar önemli bir dizi olayın ve bir İslam devletinin ortaya çıkışından haberdar olamaz!
Her ne kadar Bizans yukarda değindiğimiz topraklardan çekildi ise de, Mısır’daki İskenderiye limanından çekilmemekte israr etmiştir. Çünkü orada toplanan harçlar ve vergilere imparatorluğun ihtiyacı vardır. İmparatorluğun kuvveti ancak onlarla sağlanabilmektedir. Bu arada Heraclius ölmüs ve imparatorluk karısı Martina’nın emirleri ile yönetilmeye başlanmıştır. Martina kocası Heraclius’un doğu için izlediği politikayı devam ettirmektedir. Heraclius daha önce Bizans’a ait topraklardan çekildigi için Mısır’dan da çekilmesi gerekmektedir. Martina bu çekilmenin her iki taraf için de düzenli olabilmesi için İskenderiya piskoposu ile bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmaya göre Bizans İskenderiye’den belli bir zaman diliminde çekilecektir. Bizans piskoposu Cyrus da durumu Hristiyan Araplara bildirmiştir. Eylul 12, 642 yılında son Bizans askeri İskenderiye’den ayrılmışdır. Ama bu arada Martina tahttan indirilmiş ve sürgüne gönderilmiştir.
Bu gelişmelerin sonunda Araplar yörede giderek daha çok söz sahibi olmaya başlamışlardır. İran, Suriye, Filistin, Mısır ve Arabistan ellerine geçmiştir. Arapça yörenin resmi dili olmuştur. Ama ilginç olarak 650’li yıllara gelindiği halde Muhammed’in adı bir devlet başkanı ve İslam’ı başlatan bir peygamber olarak geçmemektedir. Ortalıklarda İslam dini ve Kur’an yoktur. Araplar Hristiyandır. Muaviye’nin zamanına gelinmiştir. Araplar yörede bir imparatorluk kurmuşlar ve onun otoritesi altında bir araya gelmeye başlamışlardır. Muaviye Hristiyandır. İslam henüz yoktur ama ortalıkta yeni bir Tanrı kavramı dolaşmaktadır. Bu kavrama göre Tanrı tekdir ve benzeri-ortağı yoktur. Yani Hristiyanlığın kabul ettiği gibi bir oğlu yoktur. Yörede genel olarak bilinen Hristiyanlık doktrininden farklı ama, henüz bir din denecek niteliklere sahip olmayan bir Hristiyanlık yorumu vardır. Hristiyanlığın bu yorumuna göre Tanrı tektir. Oğlu yoktur. Bu açıkça Hristiyanlıktan sapanlarla ilgili bir eğilimdir.
İslam'dan önceki Arap tarihi neden bilinmemektedir?
Hiç kuşkusuz Arap imparatorluğu İran, Suriye, Mısır ve kuzey Afrika'da hızla yayılmıştır. Ve yayılırken İslam'ı da etrafa yaymıştır. Bu imparatorluk etkilerini Hindistan ve Çin'de bile gösterebilmiştir. Oralarda yayılan Arap askeri gücü değildir. İslam'dır. Arap'lar fethettikleri yerlerdeki halkların dinlerini, hatta dillerini de değiştirerek onlara İslam kültürünü empoze etmişlerdir. İslam kültürü yerel kültürle kaynaşmıştır.
Bütün bunlar 7 ve 8'inci yüzyıllardan sonra gerçekleşmiştir. İslam'ın daha öncesi hakkında hemen hiç bir şey bilinmemektedir. Çünkü o zaman İslam yoktur. Arapların da tarihsel geçmişi çok az bilinmektedir. Çünkü Arap'ların yazılı tarihleri yoktur. Arap'lar çevrelerinde yaşayan Hristiyan ve pagan toplumlara karşı yaptıkları saldırılarla tanınan ve daha çok kabilelerden oluşan insanlardır. Kendi yazılı tarihleri olmayan toplumların tarihinden biliyoruz ki, o toplumların kendi tarihleri hakkında bilinenlerin hepsi, çevrelerinde yaşayan ve yazılı tarihleri olan toplumlarla olan ilişkilere dayanmaktadır. Moğollar bu konuda iyi bir örnektir. Moğolların tarihi açık ve net olarak belli değildir. Ama diğer ülkelerle olan ilişkilerine dayanan tarihleri çok iyi bilinmektedir.
Arap'ların da tarihlerini bilmeye olanak yoktur. Çünkü imparatorluk kurmaya başladıkları zamandan öncesine ışık tutacak yazılı bir tarihleri yoktur. Arap'larla ilgili tarihin İslam'la başlamasının nedeni budur. İslam'la birlikte Arap'lar bir birlik ve uygarlık oluşturmuşlardır. Yazılı tarihleri İslam'la başlamıştır. İslam tarihi hakkında yorum yapmadan ve o tarihi kabul etmeden önce bu hususları da dikkate almak zorundayız.
Hristiyanlığın sağlığından ve bütünlüğünden sorumlu Bizans kaynaklarında, Bizans'ın egemen olduğu topraklarda yeni bir dinin varlığından bahseden kayıtlarla karşılaşılmamıştır. Bu aslında son derece olağanüstü bir durumdur. Nasıl olur da Bizans gibi bürokratik bir imparatorluk, kendisi için son derece büyük bir tehdit oluşturması mümkün yeni bir dinin, bir çöl fırtınası gibi, 23 yıllık kısa bir süre içinde ortaya çıkıp etrafa yayılmasından haberdar olamaz? Bu mümkün müdür?
8’inci yüzyıla kadar yörede yaşayan Hristiyan’lardan geride yeterince literatür kalmasına rağmen, onların hiç birinde, Muhammed ve halifelerden, yerleşmiş ve olgunlaşmış bir İslam’dan ve İslam egemenliğinden bahsedilmemektedir. Bu belgeler arasında vaizler, kiliseler arasındaki haberleşmelerde kullanılan mektuplar, teolojik etüdler ve yorumlar, kronolojik yapıtlar ve raporlar da vardır. Bu belgelerin hiç birisi yöreye hükmeden bir İslam imparatorluğunun kaçınılmaz etkisini yansıtmamaktadır. Belgelerde Hristiyanlığı tehdit eden veya ona rakip olan yeni bir dinle veya İslam’la ilgili en ufak bir kayıt bile yoktur.
Bu durum açıkça bize empoze edilen İslam tarihinin yanlış olduğuna işaret etmektedir. Başka bir deyişle İslam, 610 yılında Muhammed’le başlamış olamaz. İslam’ın farklı bir başlangıç tarihi olmalıdır. Muhammed’in adının geçtiği birkaç yazının 9 ve 10’uncu yüzyıllara ait olduğu sonradan ortaya konmuştur.
Yeni bir dinle karşılaşmasalar da Hristiyan’lar yörede karşılaştıkları özel bir Tanrı anlayışını kaydetmişlerdir. Bu yeni bir din değildir. Sadece özgün bir Tanrı yorumudur. Bu yoruma göre Tanrı tekdir ve benzeri-ortağı yoktur. Yani Hristiyanlığın kabul ettiği gibi bir oğlu yoktur. Arap’ları ve yöre geleneklerini iyi bilen Şamlı Johannes’e göre-ki ölümü 750 civarındadır, İsmaili’ler de denen bu insanlar Hristiyanlıktan sapanlardır. Başka bir deyişle yörede genel Hristiyanlık eğiliminden farklı ama, henüz bir din denecek niteliklere sahip olmayan bir Hristiyanlık yorumu vardır. Hristiyanlığın bu yorumuna göre Tanrı tekdir. Oğlu yoktur. Bu açıkça Hristiyanlıktan sapanlarla ilgili bir eğilimdir. Ortalıklarda hala İslam yoktur. Bu özgün Tanrı kavramı ile Allah kavramının tohumları atılmış olduğu söylenebilir.