Aydınlanma, 17 ve 18’inci yüzyıllarda Avrupa’da ortaya çıkan, Tanrı, doğa, mantık, nedensellik gibi kavramları ve onlarla ilgili inanç ve düşünceleri bünyesinde barındıran, Avrupalı aydınlara ait entellektüel ve felsefi bir harekettir. Bu başlık altında biz yalnız Avrupa’da dinde aydınlanmayı tartışacağız.
Doğru kararların ve mantığın yararlı bilgilerin kazanılması için gerekli olduğuna inanan bazı aydınlar, Avrupa’da mevcut statüye ve yaşama tarzına karşı bir tavır takınmışlar ve insanın mutluluğunu özgürlükte aramaya başlamışlardır.
Diğer bir çok entellektüel yaklaşım ve çözüm yollarında olduğu gibi aydınlanmanın da kökeni eski Yunan’a giderse de, bu son uyanış çok daha farklı bir ortam ve koşullarda gerçekleşmiştir.
Dinlerin insan yaşamının kaçınılmaz bir öğesi olduğu bir zamanda Avrupalılar, Tanrı kavramı Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde dikili dururken, şizofrenik nitelikler kazanan bilim dinle olan ilişkilerini koparmaya çalışırken, yarı bilinçli insanlar cehaletin kararsızlığı içinde çırpınırlarken, o ne idiğü belirsiz ve muğlak bilgeliği yakalamak için peşine düşmüşlerdir.
Deizm, ateizm ve skeptisizm, Avrupa’da dinde aydınlanmanın ürünleridir.
Hristiyanlık kendini bilimden soyutlamamada uzun yıllar israr etmiştir ama, sonunda bazı ilkelerini savunmada büyük zorluklarla karşılaşmaya başlamıştır.
Mısır’da yaşayan koyu dindar Müslüman’ların, Siyamlı ve Çinli dinsizlerin, en azından Hristiyanlar kadar üstün bir ahlaka sahip oldukları gözlemlenmiş, iyi ahlak ve karakter konusunda Hristiyanlığın diğer dinlerden ve dinsiz eğilimlerden daha üstün olduğu görüşü sorgulanmaya başlanmıştır.
Hristiyan’ların iyi insanlar olabileceği vurgulanmış ama, Hristiyanlığın insan mantığının ve bilimsel deneylerin testinden başarı ile geçebileceği şüphesi yaygınlaşmıştır. Böylece deizmin ortaya çıkması için verimli bir ortam yaratılmıştır.
Buna ragmen deizm hiç bir zaman organize bir hareket olamamıştır. 1700’lü yılların başında deizmin ilk tutunduğu zümre İngiliz aydınlarıdır. Daha önce 1624 yılında Lord Herbert, “De Veritate” yapıtını yayınlamış ve bu eserinde doğal dini tanımlayark deizmin temelini atmıştır.
Herbert bazı inançların evrensel olduğunu, yalnız tek bir Tanrı’nın varlığını, ancak O’nun ceza ve ödülleri dağıtabileceğini, günahları için insanların yalnız O’na tapmaları gerektiğini vurgulamıştır.
Deistler Tanrı, doğa ve mantık arasındaki ilişkileri idame ettirmişlerdir ama, Tanrı şahaserlerini Hristiyanlığın metafizik saçmalıklarında değil, doğada aramak gerekmektedir görüşünü savunmuşlardır.
Bu görüş Hristiyanlıktaki Tanrı kavramı ile çatışmış ve Hristiyanlarla Deistler arasında sürtüşmelere neden olmuştur.
Deistler Eski Ahid’i suç öyküleri dolu ve müstehcen bir yapıt, İncil’deki kehanetleri ise saçmalıklar olarak ilan ederek Hristiyanlığı gülünç bir duruma düşürmüşlerdir.
Tanrının bu tür ilhamlar vermesinin normal insan aklı için hakaret olduğuna değinen Deistler, mucizelerin gerçekleşmediklerini de vurgulamışlardır.
DEVE KUŞU…….
1700’lü yılların başında İngiltere’de bir dizi kitap yayımlanarak, Ortodoks Hristiyanlık acımasız eleştirilere tabi tutulmuş, Tanrı ile herkesin ilişki kurabileceği, kilisenin ve din ulemasının gereksizliği üzerinde israrla durulmuştur.
Her ne kadar bu saldırıların bazıları zevksiz küfür ve hakaretler içermekte idiler ise de, çoğunda yazarlar daha ihtiyatlı bir dil kullanmayı yeğlemişlerdir.
Bu yayınların çoğunda Hristiyanlığın temel olarak doğal dinin üstünde bir yük olduğu görüşüne yer verilmiştir. Yani Hristiyanlığın gereksizliği vurgulanmıştır. Hatta bazı yayınlarda Hristiyanlığın doğal insan dininin çarpıtılmış şekli olduğu görüşüne yer verilmiştir.
İlginç olarak çesitli nedenlerden dolayı bu akım fazla sürmemiştir. 50 yıl içinde İngilterede bu akımın simgelediği deizm tutunamadığı için kaybolmuştur. İngiltere'de deizm kurumlaşamamıştır yani..
Bu sıralarda Fransa kendi deizmini deneyimlemektedir. Deizm kurumlaşamamış olsa da henüz yok olmuş değildir. Kendini Anti-Hristiyan rasyonalitesine adayan Voltair,1726 yılında İngiltere’ye kaçmıştı..İki yıl sonra sürgünden dönmüş ve Felsefe Mektuplar adlı keskin bir rapor yayımlayarak, dinsel görüşünün deizm olduğunu hiç kuşkuya yer vermeyecek bir şekilde açıklamıştır.
Voltair’e göre doğada Tanrı vardır ve maddenin varlığı ve sosyal düzenin idamesi için bir Tanrı’ya gereksinim vardır. Tanrısız bir evren olamaz.
Voltair bu görüşünü ölümüne kadar değiştirmemiştir. Bu arada Fransada Hristiyan yönetimine karşı olan tepkiler de giderek büyümektedir. Voltair, her sağduyulu ve onurlu insan, Hristiyanlığı nefretle karşılar diyebilmiştir…
Jean-Jacques Rousseau ile huyları birbirine hiç uymamasına rağmen, Rousseau’nun Emile romanında deizmi övmesini Voltair, büyük bir heyecanla karşılamış ve ona mektupla kompemanlarını iletmiştir. Romanında Rousseau, insanla Tanrı arasında duran Hristiyan yöneticilere ve diğer bütün doktrinlere saldırmaktadır.
Bu yazarlar ve düşünürler yüzünden bütün Fransa’da kiliseye karşı olan itirazlar hızla yayılabilmişlerdir. Deizm daha sonra Almanya’da ve Amerika’daki kolonilerde devam etmiştir. Ancak deizm organize bir inanç ve dogma olmadığı için daha fazla yayılıp, gelişememiştir.
Dinleri Tanrı ile insan arasından çıkarınca geride kalanTanrı için söylenecek başka şeyler kalmamıştır. Ayrıca deizm, bir inanç olmasına rağmen, eleştirme ve sorgulama yetilerine sahip olmayan durgun akıllarda duygusal bir etki yapmakta yeterince güçlü bir eğilim değildir. Kitabı yoktur, ritüelleri yoktur, peygamberi yoktur. Kitlelere yayılacak niteliklere sahip değildir. Deizm bugün de aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Dinleri reddedip yalnız soyut bir Tanrı’ya tapmak ve doğal dine inanmak, ateistler tarafından da onaylanmamakta ve saçma bulunmakta, teistler tarafından ise şiddetle yerilmektedir.
Bu halleri ile Deist’ler deve kuşu gibidirler.
Ne devedirler, ne de kuş….
ATEİZM AYDINLANMA DÖNEMİNDE YENİDEN CANLANDIRILMIŞTIR.
Deistler ve Hristiyanlar birbirlerini kısır çekişmeler ve boş tartışmalarla eleştirirlerken, her ikisi de aniden ortaya çıkan ateizm tehdidi ile yüz yüze gelmişler ve aralarındaki kavgayı bırakıp, bu canavarla nasıl baş edeceklerini kara kara düşünmeye başlamışlardır. Oysa ateizm yeni bir eğilim bile değildir. Kadimdir. Materyelizm olarak bilinir.
Materyelizm (ateizm) ilk defa MÖ 341 yılında doğan Epicurus tarafından bir felsefe ekolü olarak tanımlanmıştır. Bu felsefe ekolü, MÖ dördüncü yüzyıldan, MS dördüncü yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. Epicurus’un Romalı talebesi Lucretius, bir şiirinde (De rerum natura) materyelizm temasını işlemiştir.
Görüldüğü üzere ateizmin temelleri oldukça sağlamdır ve çok eskilere uzanır. Lucretius’un bu şiiri çok sonraları Rönesans meraklılarını bile heyecanlandırabilmiştir.
Aslında Epicurus felsefesinin tümü (Epicureanizm) yüzlerce yıl okuma yazması olan aydınların çoğu için bir skandaldır.
1563 yılında Fransa’da Lucretius’un şiirinin yeni bir verziyonu yayınlanmış ve editör şiirdeki materyelistik ideale değil, şiirin kendisine önem verilmesini önermistir. Bu önerinin materyelizmin daha iyi anlaşılmasında az çok yardımı olmuş ise de, asıl yardım 17’nci yüzyılda yaşamış bir Katolik papaz olan Pierre Gassendi’den gelmiştir.
Gassendi, büyük bir cesaretle, Epicurus’un bir isyankâr değil, iç huzuru, dürüstlüğü ve üstün değerleri savunan biri olduğuna inandığını deklare etmiştir. Bu övmeye rağmen Gassendi, Epicurus materyelizminin yanlış olduğunu, atomların ve boş inançların ardında ulu bir yaratıcının bulunduğunu da sözlerine eklemeyi ihmal etmemiştir.
Descartes kendi evreninde inanç boşluğundan bahsetmemiştir ama, ruh ve madde ikileminden oluşan insanın, diğer hayvanlar gibi, mekanik bir yapısı olduğunu ileri sürebilmiştir.
Canlıların da doğasının atomik olması, materyelizmin en güçlü ve önemli delillerinden biridir. Atomistik görüşü kısmen de olsa Gassendi canlandırmış ve onun yorumu yüz yıl sonra, bilim çevreleri tarafından onaylanmıştır.
Daha sonra bir Fransız doktor olan La Mettrie, İnsan Makinası başlıklı yapıtını yayımlamıştır. La Mettrie’ye göre insan, herşey gibi hareket halinde olan maddeye dönüşebilir.
Nil nasıl taşarak, denizler nasıl kabararak suç işlemiyorlarsa, biz insanlar da, ilkel içgüdülerimize uyarak suç işlemeyiz, diye haykırmıştır La Mettrie…..
Materyelizmi bundan daha veciz ve zarif bir şekilde tanımlamaya olanak var mıdır?
O zamanların en azılı ve ünlü ateisti ise, Paris’e yerleşen zengin bir Alman olan Baron d’Holbach’dan başkası değildir. Bu konuda yazılan çok sayıda kitabı desteklemiş ve kendisi de bizzat bu yayınlara katkıda bulunmuştur.
Baron’un gözünde ahlakdaki çöküntü ve yozlaşmanın nedeni dinlerdir.
Baron d’Holbach’ın evinde düzenlediği partilerde konuşulanlar dedikodu şeklinde bütün Paris’e yayılmış, bazı rivayetlerin evinin önünden geçenlerin tüylerini diken diken ettiği kaydedilmiştir. Bütün bu söylentiler Baron d’Holbach’ı durdurmaya yetmemiş ve onun Hristiyanlığa karşı beslediği düşmanlık ve öfkeyi azaltmamıştır.
Ateizm aydınlanma döneminde yeniden canlandırılmıştır. İronik olarak bu canlandırmada Katolik bir papazın önemli bir rolü olmuştur.
Bu gelişmelerden açıkca görüldüğü kadar materyelizm, ateizmle özdes bir felsefedir. Başka bir deyişle, ateizmin temel felsefesi materyelizmdir.
SEPTİSİZM….. KUŞKUCULUK…
Kuşkuculuk, Hristiyanlık ve deizmin, ateizmden de büyük düşmanıdır. Onun da kökeni çok eski zamanlara uzanır.
Temel olarak septisizm insanın bildiklerini ve öğrendiklerini sorgulaması, her duyup okuduğuna inanmamasıdır.
1697 yılında Pierre Bayle, Dictionnaire Historique et Critique başlıklı, din ayıplarını yok etmeyi amaçlayan bir kitap yayımlamıştır. Bu yapıtını, Protestanlıktan, Katolikliğe, sonra tekrar Protestanlığa döndüğü ve sürgüne gönderildiğinden dolayı kendisinden nefret eden dindarlardan intikam almak için yazmıştır.
Bayle en azılı saldırılarını Eski Ahit’e yöneltmiştir. Zaten her aklı başında filozof ve düşünür, önce Eski Ahit’de yazılanlarla alay etmektedir. Bayle’in bu yapıtı müthiş bir popülarite kazanmış ve hemen İngilizce ve Almancaya çevrilmistir.
Daha sonra Hume çıkagelmis ve insanlarla ilgili her gerçeği yakından incelemeye başlamıştır. Hume’e göre ilkel insanlar korkularından dolayı Tanrı kavramını yaratmışlar ve Tanrı’lardan kendilerini korumasını beklemişlerdir.
Daha sonraları bu ilkel ve bencil hesaplamalardan ve politeizmden, monoteizm türemiştir. Hume, büyük yaratıcının insana bazı nitelikler vermesi ilkesini reddetmiş, aslında insanın yaratıcıyı kendine göre tanımladığını ileri sürmüştür.
Ben şansen kuşkuculuğu tutmuyorum.
Çünkü kuşkucluk hiç bir şeyin kesin olmadığı ve herşeyin kesinliksizlik ve ihtimallere terkedildiği çirkin bir felsefe ekolüdür..Sonunda Hume bile itiraf etmiştir ki her zaman ve her konuda skeptik olunmamalıdır….
Ülkemiz karanlık bir dönemden geçmektedir.
Buna realize etmel ve fevri davranmaktan kaçınmalıyız..Bu dönemde ateist aydınlara büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Avrupa'nın aydınlanma döneminde genel olarak dinleri ve özel olarak Hristiyanlığı eleştiren çok sayıda kitap yayımlandığına yukarda değindim. Bizde ateistler yeterince kitap yazmıyorlar ve aydınlarımız halkımızı yeterince aydınlatmıyorlar.. İslam, Allah ve Müslümanlık konularında çok sayıda kitap yazmak ve okumak son derece önemlidir. Bu sorunu üstesinden gelmeden haklımızı aydınlatmamız mümkün değildir.
Müslüman halkımız cehaletin koyu karanlığının dehlizlerinde başı boş dolaşmayı, okuyup ögrenmeye ve aydınlanmaya yeğlemektedir.. Müslüman'lar İslam'ı eleştiren yayınlara ve onları yayımlayanlara karşı sert bir tepki göstermekte ve yazılanları okumamaktadırlar. Bu bir tür kendini savunma mekanizmasıdır..
Ayrıca Müslüman'lar Batı'da yayımlanan ve İslam'ı eleştiren yayınlara da, onların içeriğini ve yazılış nedenlerini araştırmadan, şiddetle tepki göstermektedirler.
Bu bir süre devam edecek ve halkımız daha da karanlık bir dönemden geçecektir.. Bu dönemin ne kadar süreceğini bilemeyiz.. Ama uzun sürmeyebilir.. Belki 20-30 yıl kadar sürecektir. Eğer halkımızın bu süreci deneyimlemesine izin verilirse, bu karanlık tunelin sonundaki aydınlığa çıkmamız mümkündür. Daha iyi ve çağdas bir yaşama geçmeden önce bu karanlık dönemden geçmek zorunluğu vardır.
Benim Türk aydınlarına tavsiyem cesaretlerini yitirmemeleri ve halkımızı aydınlatmaktan vaz geçmemeleridir.
Şundan eminim ki Türk halkı ilerde bu sapık dincilere tepki gösterecek ve kendilerini aydınlığa götürecek olan aydınların önemini anlayacaktır..
Bu bir zaman meselesidir..