Canlıların doğada tutundukları nichle ilgili varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli, kendilerini oluşturan organ ve dokuların organizasyonundan ve ahenkli bir şekilde çalışmasından sorumlu bir mekanizmanın varlığını kurgulamak oldukça mantıklıdır. Çünkü canlılar açıkça bütünlüklerini koruyup varlıklarını sürdürmekte ve çeşitli koşullara uymakta çoğu kere fazla bir zorlukla karşılaşmamaktadırlar. Ancak hiçbir canlının yapısında bunu sağlayan santral bir mekanizma ile karşılaşılmamıştır.
Santral bir mekanizma ararken akla ilk gelen canlının genetik yapısıdır. Ama genomun santral bir mekanizma gibi davranmadığını biliyoruz. Bütün hücrelerdeki genlere hükmederek onların etkinliklerini denetleyen santral bir gen veya genler topluluğu mevcut değildir. Her ne kadar gen gruplarının toplu ve ahenkli etkinliklerinden sorumlu gen ürünleri varlarsa da, onların etkisi son derece dardır. İnsan vücudunda mevcut 60 trilyon hücrenin genetik materyeli, bir avuç santral gen tarafından, özel durumlarda belli bir amaca hizmet etmek üzere harekete geçirilip, yönlendirilmemektedir.
Her ne kadar vücudun doku ve organları arasında, onların ahenkli bir şekilde işlev yapmalarını sağlayan bazı mekanizmalar varsa da, onların santral bir mekanizma olduğuna veya canlının santral bir mekanizma tarafından manüple edildiğine dair deliller yoktur. Adının başında santral olmasına rağmen santral sinir sistemi, böyle bir santral mekanizma değildir. Sinir sisteminin doku ve organların işlevlerine olan katkısı sınırlıdır. Doku ve organların birçoğu sinir sisteminin katkıları olmadan da işlevlerini normal veya normale yakın bir şekilde yerine getirebilirler. Beyin ölümü gerçekleşen hamile kadınlar zamanında doğum yapabilirler.
Sinir sistemini santral ve periferik (çevresel) olmak üzere ikiye ayırarak inceleyebiliriz. Periferik sinir sistemi, santral sinir sisteminin devamıdır. Ayrıca bir de otonomik sinir sistemi vardır ki o da sempatik ve parasempatik olmak üzere ikiye ayrılır. Otonomik sinir sistemi istemsizdir. Periferik sinir sistemi istemli ve istemsiz olarak ikiye ayrılır. Santral sinir sistemi hiyerarşik olarak dizilmiş, anatomik olarak farklı bir yapıya sahip dokulardan oluşmuştur. Bu sistem kendisine ulaşan sinyalleri çesitli düzeylerde değerlendirir ve onlara gerekli yanıtları verir. Sinyalleri önemlerine göre sınıflandırmak mümkündür. Akut ağrı ileten sinyaller önce omurilikte değerlendirilir ve bazı refleksler aracılığı ile anında ve hızla yanıtlanır. Ateşe dokunan elin ani bir refleks hareketle geri çekilmesi gibi.
Hemen her doku ve organa birçok dal gönderen sinir sistemini santral mekanizma olarak düşünmek hiç de mantıksız değildir. Ama sinir sistemi bu doku ve organların çoğunu yakından denetlemez. Sinir sisteminden en çok etkilenen dokular çizgili kaslardır. İç organların çok sayıda sinir lifleri ile donanmış olmalarına rağmen, işlevleri onların varlığını gerektirmez. Organlar onlar olsa da işlevlerini yaparlar, olmasa da. Bu nedenden akciğer, kalp, karaciğer ve böbrek transplantasyonları yapılabilir. Çizgili kasların dışında vücüdun hiçbir doku ve organı sinir sistemi tarafından sıkı bir denetime tabi değildir. Sinir sistemi çizgili kaslar dışında, daha çok ince ayarlar yapmakla görevlidir. Sinir sistemi, oldukça yakın olmasına rağmen, santral mekanizma olacak niteliklerden yoksundur.
Organ ve dokular arasında, onlar için hayati önemi olan çok sayıda kimyasal madde alış verişini sağlayan dolaşım sistemi santral mekanizma olabilir mi? Dolaşım sisteminin canlının varlığını sürdürmedeki önemi, santral sinir sisteminden daha fazladır. Çünkü bu sistemin merkezinde yer alan kalbin işlevinin durması ölümle özdeştir. Tıbbi ve hukuki ölüm kalbin durmasıdır. Kalp kan pompalayan mekanik bir alettir. Her ne kadar otonomik sinirlerle donanmışsa da, işlevsel olarak sinir sisteminden bağımsızdır. Kalbin kendi sinir sistemi vardır. Kalp transplantasyonlarında kalbin santral sinir sistemine bağlı olmadığını açıkça gözlemlemekteyiz. Homeostazdaki önemine ve diğer sistemlerden etkilenmesine rağmen dolaşım sistemi, karar veren değil, homeostaz sırasında alınan kararlara katılan, kanı taşıyan ve gerekli kimyasal molekülleri hedeflerine hızla ileten bir sistemdir.
Endokrin sistem de santral mekanizmaye benzer yaygın etkilere sahiptir. Bu sistem vücudun çeşitli yerlerinde dağılmış bezlerden ve irili ufaklı hücre gruplarından oluşmuştur. En iyi bilinenleri arasında hipofiz, tiroid, adrenal, pankreas, testisler ve overler vardır. Ama endokrin sistem onların dışında vücudun her tarafına dağılmış sayısız diyebileceğimiz kadar çok, küçük gruplar ve bezler oluşturan hücreler tarafından da temsil edilir. Hormonlar endokrin sistem tarafından salgılanır. Çoğu yaygın bir etkiye sahiptir. Ama yerel ve sınırlı etkilere sahip hormonlar da vardır. Endokrin bezler etkilerini salgılarını kana boşaltarak gösterirler. Sinirleri izleyerek hedeflerine ulaşan hormonlar da vardır. Yaygın ve çeşitli etkilerine rağmen veya onlardan dolayı, endokrin sistemi santral bir mekanizma olarak nitelendirmek doğru değildir.
Görüldüğü üzere her canlının vücudu santral bir mekanizma tarafından yönetiliyor izlenimi uyandırmasına rağmen, öyle bir mekanizmaye ait anatomik bir alt yapıdan yoksundur. Bu mekanizma daha çok soyut bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İlginç olarak bu soyut kavram somut bir etkiye sahip olup, canlının bütün doku ve organları arasındaki karmaşık ilişkilerin ahenkli bir şekilde idamesinden sorumludur.
Ortada santral bir mekanizmanın olması gerektiğini telkin eden gözlemlerin varlığına rağmen, öyle bir mekanizmaye ait anatomik bir alt yapının olmaması ilginç bir çelişki oluşturmaktdır. Kan, organların hemen tümünün işlevlerini doğru olarak yansıtan bir sıvıdır. Vücudun pH'sı (asit baz dengesi) son derece dar sınırlar arasında tutulur. Ayrıca kan şekeri, kalsyum, mağnezyum, bakır gibi mineraller, protein ve enzimler, çeşitli hormonlar vücudun normal etkinlik göstermesi için, dar sınırlar arasında tutulmak zorundadırlar. Canlı vücudu bütün bunları sağlayan santral ve anatomik olarak belirli bir mekanizmaden yoksundur. Buna rağmen bu değerler ve diğerleri sağlıklı canlılarda hemen her zaman dar sınırlar arasında kalırlar. Bu hassas denge homeostasis olarak da bilinir.
Comments