Bu vesile ile kısaca homeostaz kavramına değinelim. Canlı yaşamını etkili ve düzenli bir homoestaza borçludur. Homeostaz (homeostasis) canlının kendi iç ortamını belli sınırlar içinde kontrol altında tutmasıdır. Canlı bunu çesitli mekanizmalarla başarır. Onların en önemlisi geri tepmeli döngülerdir. Dışardaki koşullar ne olursa olsun canlı kendi iç ortamını belli sınırlar içinde tutar. Homeostaz doğal seçilim yasasına tabidir. Dış koşullar değişirse iç ortamın bu değişikliğe uygun tepkiler göstermesi sağlanır. Sağlanmazsa canlı varlığını sürdüremez. Homeostaz canlılığın devamı için belli sınırlar içinde tutulur. Örnegin kan şekeri, kan ph'sı, kalsyum ve oksijen miktarı vs oldukça dar sınırlar içinde tutulurlar. Onların bu sınırlar dışına çıkması yaşamı tehdit eder.
Homeostaz enerji ile çok sıkı ilişkileri olan bir süreçtir. Homeostazın etkili ve düzenli olabilmesi için belli miktarda enerjiye gereksinim vardır. Enerjilerin azalması ve mevcut enerjinin optimum düzeyde (iyi ve etkili) kullanılamaması durumunda, homeostatik kontrol bundan olumsuz olarak etkilenir ve yaşlanma süreci tetiklenir. Normal ve etkili homoestatik kontroldan düzenli bir enerji akımı sorumludur. Enerji azlığı homeostatik kontrolu etkisiz kılarken, enerji fazlalığı homoestatik kontrol mekanizmalarına aşırı yük yükleyebilir. Yani canlılık için ne az, ne de çok enerji yararlıdır. Her ikisi de canlının homeostazı denetlemesini olumsuz etkileyecektir.
Canlı ve cansızlarda biriken enerji dağılma eğilimi gösterir. Bu bir doğa yasasıdır. Bu dağılım rastgele olup mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde gerçekleşir. Canlılarda enerjinin bu dağılımını önleyen ve bir düzen içinde gerçekleşmesini sağlayan sistemler gelişmiştir. Canlı vücudunda yer alan bazı moleküller dışardan alınan moleküllerle yer değiştirir ve canlı bu sırada açığa çıkan enerjiyi kendi yararına kullanarak varlığını sürdürür. Bu metabolizma olarak bilinir. Başka bir deyişle biyolojik metabolizma aracılığı ile uyumlu bir hale getirilen enerji, enerji dağılımına bir düzen getirir.
Canlılık moleküllerin birbirleri ile tepkileşmesi sonucu ortaya çıkmış olan kimyasal bir süreçtir. Canlılığın nedeni moleküler tepkileşmeler ise, aralarında evrimin de olduğu, canlılıkla ilgili her türlü etkinliğin ve sonunda yaşlanarak ölmenin nedenleri de moleküler olmak zorundadır.
Canlılık ayrıca enerji dönüşümleri ile de ilgilidir. Moleküler tepkileşmeler aslında enerji dönüşümlerini sağlamaktadır. Enerji alışverişi termodinamik yasalara tabidir. Entropi ikinici termodinamik yasadır. Bu durumda diyebiliriz ki termodinamik yasaların canlıları da kapsamları içine almaları zorunludur. Zaten fizik yasalarından soyutlanabilen biyolojik yasalar yoktur. Biyolojik varlıklara da hükmeden fizik yasaları vardır. Biyolojik varlıklar cansız atom ve moleküllerden oluştukları için bu son derece doğal ve olağan bir durumdur. Canlılar entropi yasasının etkilerinden kendilerini tam olarak kurtaramazlar.
Her ne kadar canlılar entropiye karşı direnen bazı sistemler geliştirmişlerse de, onların etkinliği ancak bir yere kadardır. O yer canlının çoğalmaya başladığı zamandır. Ondan sonra entropinin olumsuz etkileri kendilerini daha fazla manifest ederek yaşlanma sürecinin hız kazanmasına neden olur. Yaşlanma sürecinin ertelenmesinden canlılarda bulunan bazı genetik proğramlar sorumludur. Ama yukarda değindiğimiz gibi o proğramlar ancak çoğalma dönemine kadar etkilidirler. Ondan sonra etkileri giderek azalır ve yaşlanma süreci hız kazanır.
Cansızlarda böyle bir süreç yoktur. Cansızlar için yaşlanma (eskime, yıpranma) süreklidir ve sonsuzdur. Cansız madde için bu süreci yaşlanma olarak değerlendirmek insansal bir önyargıdır. Çünkü insan doğayı antropomorfik bir bakış açısından değerlendirmektedir. Yaşlanmanın çağdas teorilerinin hepsinde mekanizma moleküler yapılarda ortaya çıkan işlevsel bozukluklardır. Aynı molekül değişikliğe uğradıktan sonra artık eskisi kadar işlevsel değildir.